Wednesday, March 07, 2012

UMUTSUZ VAKA

Bir; eşimi severek evlendim.

İki; boğazına düşkün biri değilimdir.

Bu iki konuyu özellikle vurgulamak istedim çünkü, boşanmamın nedeni bunlardan biri değil. Sizinle uzun uzadıya dertleşmek, başımdan geçenleri gün be gün anlatmak istiyorum. Kısaca, “Karım yemekleri çok tuzlu yaptığı için anlaşamadık.” dersem, muhtemelen benden nefret edeceksiniz. Ama yargılamadan önce lütfen beni bir dinleyin. İçimi boşaltmaya öyle ihtiyacım var ki...

Dediğim gibi severek evlendim, karıma deliler gibi âşıktım. Yıllarca yuva kurmak için uygun şartları bekledik. Kariyerimi, geleceğimi her şeyimi bu evliliğin etrafında inşa ettim. Hayatımın odak noktası eşim oldu her zaman. Tanışma, nişanlanma ve evlenme dönemlerimiz çok güzel geçti, çünkü o zamanlar hiç yemek yapmamıştı.

Her şey balayından dönmemizle başladı. Mutfağa girdiği o ilk günü hiç unutmuyorum. Saatlerce en sevdiğim yemekler için emek verdi. Heyecanla sofranın başına oturdum. Karımla yeni evimizde ilk yemeğimizdi. Ağzıma aldığım bir kaşık çorbayla kalakaldım. Ne yutabiliyor ne de tükürebiliyordum. Hani bazı insanlar tuzlu yemeyi sever de tuzu çok atar ya öyle düşünmeyin! Kimsenin yiyemeyeceği kadar tuzlu bir çorba hayal edin, mübalâğa yapmama izin verirseniz, tuz gölüne çorba dökülmüş gibiydi diyebilirim.

Bir an eşimle göz göze geldik. O halinden memnun görünüyor, meraklı gözlerle bana bakıyordu. Belli ki ilk yaptığı yemek için iltifat bekliyordu. Doğal olarak ortada yanlışlık olduğunu, bir şeyler ters gittiği için tuzu bu kadar attığını düşündüm. Hem çorba tuzlu olmuşsa ne olmuştu ki, olurdu böyle şeyler. Belki de ilk kez yemek yapıyordu. Bir dahakine az tuz atardı, bu ilk yemek de birkaç güne unutulur giderdi. Böyle olması gerekirdi değil mi? Arada şakalaşarak konu kapanırdı değil mi? İnanın tamamen bu düşüncelerle, gülümseyerek:

“Hayatım evde tuz kaldı mı? Hepsi bu çorbanın içinde mi yoksa?” dedim.

O da bana gülümseyerek cevap verdi. İçten içe bana kızmış (Pardon o kızmazmış, olsa olsa kırılırmış.) olabileceğini düşünemedim bile, o gülümsemenin ardındaki tehlikeyi fark edemedim. Eşim bana ikinci tabağımı hazırlarken, salatadan bir çatal alayım dedim. Aman Allah’ım o ne? Salata da çorba kadar tuzluydu, evdeki tuzun hepsi belli ki çorbaya konulmamıştı. Elim hemen su bardağına gitti. Suyumu içerken eşim önüme tabağımı koymuştu. Bezelyeler de çok tuzluydu ve karşımda benim iştahla yemek yememi bekleyen bir eşim vardı.

“Hayatım yemekler çok güzel ancak neden bu kadar çok tuz attın?” deyiverdim. Bunu söylerken kendimi patavatsız, kırıcı ya da düşüncesiz hissetmiyordum. Amacım karşımdakini yaralamak değildi. Zaten böyle basit bir konuda ve sadece bu sözlerle karşıdakinin yaralanabileceği kimin aklına gelir?

“Canım benim yemekler tuzlu değil, sen çok tuzsuz yemişsin şimdiye kadar. Aslında olması gereken miktar bu!” dedi. Ben hâlâ ortada basit ve kolayca çözülebilecek ve bir daha karşımıza çıkmayacak bir olay olduğunu düşünüyordum. O gün yemek konusu böylece kapandı.

Ertesi akşam işten eve gelince, çok açtım. Ama bir yumurta bile kırsa doyar, televizyonun başına geçerdim. Oysaki muhteşem bir sofra ve çok tuzlu yemekler beni bekliyordu. Bu sefer eşim servis yaparken havada gergin bir elektrik olduğunu hissettim. Oradan buradan bahsediyor ve gülümsüyor gibi yapıyordu ama bir gün önce yemeklerini yemediğim için belli ki kırılmıştı. Herhalde bana çok kızdı, rövanş almak için bu kadar tuzlu yemek yaptı, diye düşünerek elimden geldiğince yemeğimi yemeye çalıştım. Ne kadar su ve ekmek tükettiğimi tahmin bile edemezsiniz. Midem bulanıyordu ama karımın gönlünü almak zorundaydım. Yemekten sonra eşime, “Hayatım eline sağlık. Yemekler çok güzel olmuş. Belki sen kararında tuz atıyorsundur ancak, ben tuzu çok sevmem. Bir dahakine daha az tuz atar mısın?” diye elimden geldiğince nazik konuştum. Bu sefer hem teşekkür hem de iltifat ettiğim için durumu kurtarmıştım, zekice bir manevrayla konuyu da çözmüş olduğumu düşünüyordum. Bir dahaki yemekler kararında ya da yenilebilecek kadar tuzlu olacaktı, inşallah...

Ertesi gün… Önümde daha tuzlu yemekler duruyordu ve benim yemeye niyetim yoktu. Eşime baktım, o her şey normalmiş gibi önündeki yemeği yiyor, göz ucuyla da beni süzüyordu, yiyecek miyim diye!

“Hayatım sana tuzu sevmem demiştim ya, bu yemekler dünkünden daha tuzlu olmuş. Neden?”

“Yanlışlıkla kaçtı canım. Bir dahakine daha az tuz atarım.” dedi.

Kendime menemen yapıp yedim. Bence hâlâ ortada sorun yoktu. Eşim yanlışlıkla yemeğe fazla tuz atmıştı ve ertesi gün ben rahatça yemek yiyebilecektim. Yemek saatleri dışında eşimle aramızda hiçbir sorun yoktu. Yeni evliydik, mutluyduk.

Haftalarca önüme aynı tuzlu yemekler konulmaya devam edince, duruma el koymam gerektiğini anladım. Bir hafta sonu eşimle mutfağa girip, beraber yemek yapalım, dedim. Kabul etti. Sıra tuz atmaya gelince, tuzu ben elime alıp:

“Bak aşkım ben sadece bu miktarda tuz seviyorum. Bana bu kadar at, sen fazlasını yemeğini yerken üzerine dökersin nasılsa. Sofrada tuz eklenir ancak, tuzlu yemekten tuz ayıklanmaz.” diye espri bile yapmaya çalıştım.

Yüzünün rengi attı. Öylece dondu, kaldı. Sonra kendini toparladı ve normal ses tonuyla konuştu:

“Ama İbrahim, yemeğe bu kadarcık tuz atınca, tadı olmaz ki! Sana kötü yemek yapmak istemem.”

“Hayatım ben böyle seviyorum. İnan böyle daha iyi benim için. Anlaştık mı?”

Cevap vermeyişinden anlaşamadığımızı anlamalıydım. Ben sofraya tabakları götürürken, gizli gizli bütün yemekleri tuzlamış. Yemeği yerken ilk kez sinirlenmeye başladığımı hissettim. İlk kez yemeğin tuzlu olması, sorun olmaya başladı.

“Hayatım sen benden sonra yemeğe tuz mu attın?”

“Evet İbrahim, içime sinmedi çünkü…”

“Filiz, aşkım ben bu yemeği yemiyorum! Çünkü tuzlu sevmiyorum. Anlatabiliyor muyum?”

Sesimin tonu biraz sert çıkmıştı. Evliliğimizin ilk ayı bitmeden, tuzdan dolayı kızdığıma inanamıyordum. O akşam bana çok kırıldı. Bütün gece benimle konuşmadan yattı. Boynunu büküşüyle, dudağını büzüşüyle, vicdanımı sarsmak istiyor, hiç yoktan yere kızarak onu kırdığımı belli etmeye çalışıyordu.

Ertesi gün Filiz yine çok tuzlu yemekler yapmıştı, yemedim. Artık benimle inatlaşmaya başladığını düşünüyordum. Arada soğuk rüzgârlar esmeye başladı. Evliliğimizin ilk ve son sorunu böylece kendini gösterdi. Günlerce beni inceden inceye iğneler oldu. Kendimi, olur olmaz sinirlenen, kırıcı biri gibi hissetmemi istiyordu. Benim hakkımda öyle düşünüyordu. Bir gün, kendisi nasıl yiyor anlamıyorum, diye düşünürken Filiz fenalaştı. Hemen hastaneye yetiştirdim. Doktor yüksek tansiyon dedi. Doktora Filiz’in çok tuzlu yemek yaptığını bu yüzden fenalaşmış olabileceğini söyledim. Doktor bana hak verip, onla uzun uzun konuştu. Tuzun zararlarından bahsetti. Filiz ise beni şaşırtan bir cevap verdi:

“Çok tuzlu yaptığımın farkındayım ama tuz miktarını ayarlayamıyorum doktor bey!”

Neredeyse ağlayacaktı. Eşim için çok üzüldüm ve elimden geleni yapmadığımı, onu yeterince bilgilendirmediğimi düşündüm. Gidip ona küçük bir ölçek aldım. Minicik bir kaşık… “Tuzu bunla at, fazla atma.” dedim. Sonra da o ölçeği bir daha görmedim.

Evliliğin ilk ayı bitince evimize hayırlı olsun ziyaretleri başladı. Kimisi ne yazık ki yemekliydi. Hiçbir misafir yemek yiyemiyor, bize yakın olan arkadaşlarımız şaka yollu tuzdan şikâyet ediyordu. Filiz artık öfkesini bastıramaz oldu. Gelenlere sinirleniyor, arkalarından öfkeyle konuşuyordu. Saatlerce insanlar arkasından atıp tutmasını dinliyormuş gibi yapmak zorunda kalıyordum. Yemekleri benim yapmamı kabul etmiyor, dışarıdan eve yemek sipariş edince sorun çıkarıyordu. Bir gün söylediği bir söz beni şaşkına çevirdi:

“Kendimi, yemek yapamıyormuşum gibi hissediyorum İbrahim! Oysaki saatlerce emek veriyorum. Bütün yemeklerin püf noktalarını biliyorum. Ama sonuca bak! Kimse yemiyor. Bu bence büyük saygısızlık! Hele o teyze kızım olacak cadı yok mu? Daha düne kadar yumurta kırmayı bilmiyordu. Şimdi karşıma geçmiş, alaycı alaycı bakıyor. Akıl vermeye kalkıyor. Ondan mı öğreneceğim ben nasıl yemek yapacağımı! Buna sinir oluyorum!”

“Hayatım sorun sadece tuzda!”

“Çok güzel İbrahim sen de onlara hak ver tabii! Git teyzemin kızına, orada ye yemeğini!”

“Filiz lütfen konuyu saptırma. Benim verdiğim ölçeği neden kullanmadın, gösterdiğim miktarı neden atmıyorsun? Bunu sorun yapacak bir şey yok. Tuzu az at bitsin gitsin!”

“Tuzu az atarsam yemek lezzetsiz olur!”

“Filiz kaç kere konuştuk. Lütfen. İnsanlar haklı tuzu az at. Bir kere dene en azından. Yalvarırım. Böyle bir şey sorun bile değil. Kendin yaratıyorsun. Çözümü çok basit… Kendine dert etme. Az tuz, o kadar.”

Her seferinde ‘beni şimdi anladı’ diye düşünürdüm. Oysa bana da yemeği tuzlu yapıyorsun diyorum diye içten içe öfkelenirmiş. Kafasına takmış, doğru oranda tuz attığını düşündüğünden, ona yemeklerinin tuzlu olduğunu söyleyen herkese düşman kesilmiş. Arada bir “Kendimi eksik hissediyorum, beceriksiz hissediyorum.” diye ağlaması bile, birinin ona “Hayır canım sen iyisin.” deme ümidi yüzündenmiş. Çünkü o buları her söylediğinde, ben safca ona ne yapması gerektiğini anlatır ve her seferinde onun aynı tuzlu yemekle karşıma çıkmasından dolayı şaşkınlık yaşardım.

Bir noktadan sonra umudumu kestim, kendi yemeğimi kendim yapar oldum. Filiz’in yaptıklarını yemeden yıllarca birlikte yaşadık. Bir iki kere bana inat olsun diye, bu sefer de hiç tuz atmadan yemek yapıp getirmişti, neredeyse sevincimden alnını öpecektim. Ama bu bile onu çok incitti. Gözüme sokmak istediği, tuzsuz yemek olmayacağıydı. Oysa tuz atmadığı için ben onu yüreklendirmeye çalışıyor, böyle böyle çözüme kavuşuruz diye umuyordum.

Ancak hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Bir gün evde hasta yatıyordum. Kalkıp kendi yemeğimi yapabilecek durumda değildim. İstediğim, sadece ilaçlarımı saatinde almak ve sıcak bir çorba içmekti. Sıcak ve tuzsuz bir çorba… Filiz ise, o gün onun yemeklerini yemek zorunda kalacağıma sevinerek mutfağa geçti. Getirdiği çorba içilemeyecek kadar tuzluydu. Zaten hasta olduğumdan kustum. Ondan başka bir çorba istedim. Hazır çorba yap bana, dedim. Çok bozuldu. O sessiz kavga eder. Konuşmadan dövüşür. Sinirliyse, yürürken arkasından rüzgâr eser resmen. O tavırlarla mutfağa gitti. Tencereyi çanağı birbirine vurduğunu duyuyordum. Yapacağı tek şey az tuz atmaktı. Sadece bu! Getirdiği ikinci çorba daha tuzlu olunca, elime telefonu alıp dışarıya sipariş verdim. İçeri gidip ağladığını duyuyordum ama ilaçlarımı almak için biraz bir şeyler yemeye ihtiyacım vardı. Beni kusturmayacak bir şey yemeliydim. Siparişim gelince, siparişi kapıdan çevirdi. Evet, çorbayı geri gönderdi. Hastaydım, açtım, ilaç içmeliydim ve o kendini düşünüyordu. Bu bardağı taşıran son damlaydı. Bir arkadaşımı aradım, gelip beni evden aldı. Onun evinde karnımı doyurdum ve iyileşir iyileşmez karımla çok büyük bir kavga ettim. Onu hâlâ seviyorum ama bu evlilik böyle yürümezdi. Artık aynı sofraya bile oturamadığım biriyle evli kalmanın anlamı yoktu, onu boşadım.

4 comments:

Maksude Kılınç said...

Hahaha, çok güzel bir öyküydü. Hakikaten fazla tuz adam boşatır yani :)))

Hatice Üzgül said...

Maksude Hanım selamlar:) Beğenmenize sevindim! Eski günler geldi aklıma:)Dört gözle ne yorum yapacaksınız diye beklediğim günler... Sonra arkasından da yazamadığım günler geldi :(

Yusuf Aygün said...

Evet, yeni Hi-ka-ye-ler bekleniyor sizden Hatice Hanım..Ara vermeyin, çok güzel anlatımınız var..ve de sürükleyici..Muhtemelen işe girdiğiniz de ara veriyor, işten ayrıldığınızda odaklanıyorsunuz bloga gibi bir his var bende..Sanırım şu an çalışmıyorsunuz..O zaman yeni hikayeler olmalı gibime geliyor..Hem ileride kendi hikaye kitabınızı çıkarmak içinde hikaye biriktirmek gerektiğinden bu dönem iyi fırsat bence..Daha doğrusu sizi gaza getirmeye çalışıyorum, ara vermeyin lütfen, güzel anlatımınızdan mahrum bırakmayın bizi..saygılar

Hatice Üzgül said...

:)) Hemen yenilerini ekliyorum o zaman Aygün Bey. Teşekkürler.
Tahmin ettiğiniz gibi şu an çalışmıyorum. Hikayelerime ağırlık verdim. İlginiz için teşekkürler:)