Tuesday, April 10, 2012

SABIR SERGİLE

Allah bana peygamber sabrı vermemiş sonuçta, zorlamamak lazımdı. Yaşadıklarımızın ardından kendimi ona nasıl ifade edeyim bilemedim tabii ki.

Beni kıskandığı uzun zamandır ortadaydı, bunu sadece ben değil, bizi aynı ortamda gören herkes fark ediyordu. Yetenekle ilgili bir mesleğe ya da hobiye gönül verdiyseniz, aynı yola baş koyan insanlar arasında olabilecek çekemezliği o hayli abartmıştı. Bizim resim kursunda Gülten’le yaşadığımız sıkıntının kaynağı buradan başladı. Üstelik ikimiz de bayanız.

Hayat zor. Bense bütün sabrımı hayatın bana çıkardığı zorluklara harcıyorum zaten. Yaşamak bu kadar yorucuyken, bir de üstüne insanların benimle uğraşmasına tahammül edemiyorum, kabul ediyorum. Ancak şimdiye kadar Gülten’e hiç bulaşmamıştım. Sorunlu insanlardan hoşlanmam, onlara bir şey anlatamayacağımı bilirim çünkü. Aynı kurstaki diğer insanlar gibi değildi o. Biz hepimiz birbirimizden hoşlanıp, kurs dışında da faaliyet gösterirken o dokunanın elinde patlayacak bomba gibiydi. Hiç hoş değil. Onun yeteneksiz olması kimsenin suçu değil, kendinin bile...

Bir insanın güzel resimler yapabilmesi için, kendiyle ya da insanlarla değil, düzenle ve yaşadığı haksızlıklarla problemi olması gerektiğini düşünmüşümdür her zaman. Yetenek aşk işi çünkü, tutku ve birikim işi. En iyi ressamlar, çizgilerinin içinde çizgi ötesini gösterebilenlerdir. Kendini sınırlara hapseden ve nefretle beslenen birinin anlayamayacağı bir göz oluyor onlarda. Yanlış anlamayın ben iyi bir ressamım demiyorum. Henüz bir öğrenciyim ama en azından resim tuvali benim için problem yaratma noktası değil, problemlerimi yansıtma tahtası. Üzüldüm mü, kırıldım mı, şaşırdım mı hepsi orada. Dilimde değil. Diğer tuvallerde ne var diye bakmıyorum ben, benim tuvalimde ne olmalı diye bakıyorum. Oraya çizdiklerim öyle ya da böyle benimle ilgili. O yüzden diğer insanlara farklı geliyor olabilir resimlerim. Bu durumun bir insanla problem yaratabiliyor olması çok garip değil mi?

Sadede gelecek olursam, geçen hafta benim de canım sıkkın olduğu için, nasıl diyeyim, ters tarafıma geldi Gülten. Belki sabır gösterip alttan almam gerekirdi ancak dediğim gibi, kimseyi idare edebilecek halde değildim. Keşke şansını ve sabrımı fazla zorlamasaydı.

Geçen hafta, 2 yıllık atölye çalışmalarının sonunda yaptıklarımızı muhteşem bir sergi ile görücüye çıkardık. Bize ders veren hocamız Adnan Bey, Türkiye’nin önde gelen resamlarından bir olduğu için medya tarafından da takip edilen bir sergiydi bu. Herkes bizden iyi şeyler bekliyordu ve zaten atölyenin başarısı ortadaydı. Birbirinden gözalıcı eserler, birbirinden güzel renk ve çizgilerle, gelenleri pişman etmediler.

Kimi arkadaşlarımın tuvalleri birer birer satılmış. Bu sevinci hemen benimle paylaştılar. Resimden elde edilen ilk gelirleri kimbilir ne kadar tatlıydı. Lotodan büyük ikramiye çıksa, bu gururla boy ölçüşebilir mi? Bense uçar gibi resimlerin arasında dolaşıyordum. Bu tip durumlarda biraz çocuksulaşırım. Mutluluğumu saklamaya gerek görmem. Başarılı arkadaşlarımı tebrik etmek için can atarım. O ruh hali içinde hocalarımızın yanına gittim. Sohbet muhabbet etmek için. Gülten de oradaymış. Hocamız Adnan Bey’le konuşuyordu.

Gülten:
“Benim 3 eserim satıldı. Hocam hani şu sizin beğenmedikleriniz var ya, onlar!”

Adnan Bey:
“Tebrik ederim Gülten. Ancak söylediğim noktalara dikkat etmelisin. Bak Esra ona söylediğim her uyarıya kulak veriyor. Kendinizi ancak böyle geliştirebilirsiniz.”

Bütün gözler bana döndü bir anda. Öyle ya Esra bendim. ‘Ah hocam ne yaptın sen ya?’ diye geçirdim içimden ancak çok geçti.

Gülten:
“Esra? Senin kaç eserin satıldı tatlım?”

Bu soruyu sorma amacı ve yüz ifadesi beni rahatsız ediyordu. Rekabet ortamlarından hiç hoşlanmıyordum. Kaç tane eserimin satıldığı hiç umurumda değildi. Resimlerimi inceleyenlerin gözlerindeki bakışı, duygu selini görmeye gelmiştim buraya.

“Bilmiyorum. Belki hiç satılmamıştır.” dedim.

Aslında birilerinin resimlerimle ilgilendiklerini görmüştüm ancak, satın aldılar mı diye dikkat etmemiştim. O sırada mümkün olduğu kadar çok davetli ile konuşma peşindeydim. Yorumlarla ilgileniyordum.

Gülten:
“Siz bazı öğrencilerinizi kayırıyorsunuz ama, sonuç hiç de sizin sandığınız gibi değil işte. Esra’nın aklı fikri cinlikte. Sabahtan beri bir köşede şuradaki yakışıklı gençle konuşuyor.”

Had çizgisini ilk aşan o olmuştu, ne yazık ki devamını da getirdi. Güya şaka yapmış gibi gülüyordu. İzin isteyip oradan ayrıldım. Ancak, gecenin rengi değişmişti bir kere. Birden ilk sergimle ilgilenmeyen ailem aklıma geldi. Herkesin eşi dostu, akrabası gelmişken, benimkiler ortada yoktu. Lavaboya gittim. Daha sonra satış görevlisinin yanında aldım soluğu. Beni görünce kocaman gülümsedi:

“Esra neredesin? Eserlerin satış patlaması yaptı diyebilirim. Şimdiye kadar 6 tanesi gitti, birkaçı da ayırtıldı.” 

Öğrendim ki resimlerimin ikisini aynı kursta olduğum arkadaşlarım satın almış. İsteseler seve seve hediye edeceğim kişiler... Evet öyle ya, dostlarım da vardı benim. Sevinerek tekrar hocamın yanına gittim. Teşekkür etmek için.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Gülten de durumu öğrenmiş olacak ki, tekrar karşıma geçti.

Gülten:
“Demek kaç tane eserinin satıldığını bilmiyordun hah? Senin yüzünden Adnan Bey’in yanında küçük düştüm.”

“Kaç kişi resimlerini beğendi, yorumları ne oldu desen, verecek cevabım vardı ama satış rakamını bilmiyordum.”

Gülten:
“Bir sanatçı bu kadar küstah olmamalı. Kendini beğenmişliğin üzerinden akıyor.”

“Gülten senin şu an benim arkamdan konuşuyor olman gerekmiyor muydu? Senin bu kadar yüreklice karşıma çıktığını görmemiştim şimdiye kadar. Bu dedikodu yapmaya benzemez. Benim de verecek cevabım vardır sana!”

Gülten:
“Kendini ne sanıyorsun sen?” diyerek üste çıkmaya çalıştı.

“Mahalle kadını cümlelerin eksikti, tam oldu!” diye cevap verdim.

Tartışma başlamıştı bir kere. Söz duellosu bir anda alevlendi. Gülten’in herkesin önünde ettiği hakaretlerin haddi hesabı yoktu. Hoş, zaten Gülten’in bile haddi yoktu... O an anladım ki sabır bende olmayan bir özellik ve azıcık bir şey mevcutsa bile hemen taşıyor!

Kavgada yumruk sayılmaz deyiminin aklıma gelmesiyle...

Ertesi gün gazetelerde, ne Adnan Bey’in atölyesinin başarısı, ne kursiyerlerin resimleri, ne de kaç tuvalin satıldığı bilgisi vardı. Tartışmayı kavgaya çevirmesek kimsenin dikkatini çekmeyebilirdik ama manşet aynen şöyleydi:

“DÜN GECE TUVALLER MORA DÖNDÜ!”

 (Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi,

No comments: