SORU: “NE HAKKINDA YAZIYORSUNUZ?”
CEVAP: “YAZSAM, OKUR MUSUNUZ?”
Bir soruyla karşılaşırsam, cevabını veririm. Öyle ya da böyle… Siz fark edin ya da etmeyin… Cevabı alırsınız. Pür, paldırküldür, ağzımdan çıkan bir sözdür; çoğu zaman kağıttaki sözcüktür. Önyargılı değilseniz, ne demek istediğimi anlarsınız. Peki önyargılı olmamayı başarabilir misiniz? Duygu dağarcıklarımız çakışmıyorsa, kendinizi yeni bir duyguya açabilir misiniz? İşte ben bunu merak ediyorum. Sadece hissetmenin değil, hissettirmenin de peşindeyim. Sizi fikrimin cezbine çekmeye çalışmam, fikrinizde beni cezbedecek ne var diye bakarım. Sorulara verdiğim cevap bildiğimden değil, tam olarak ne bilmek istediğinizi merak ettiğimdendir. Ne mi saçmalıyorum? Ne mi anlatmak istiyorum?
Size ne?!
Asıl soru siz ne anlamak istiyorsunuz? Nereye kadar anlayabilirsiniz? Neyi merak ediyorsunuz? Neyle uğraşıyor, neye nasıl tepki veriyorsunuz? Hangi hakla, neyi sorguluyorsunuz? Ya da asıl sorgulamanız gerekenlerden nelerin uğruna vazgeçiyorsunuz? Haddiniz ne, haddinizi aştırtan ne? Yanlışın peşinden nereye kadar gidiyorsunuz? Doğruyu neden bırakıyorsunuz? Benden olanı ne kadar taşıyorsunuz? Bana nereye kadar benziyor, hangi noktada benden ayrılıyorsunuz? Ruhunuzu nereye hapsediyorsunuz? Benim hayatıma girecekseniz, ayaklarınızı neden paspasta temizlemiyorsunuz? Kaderin ne kadarında varsınız? Bunun ne kadar farkındasınız? Sizin için yapabileceğim, yazabileceğim ne var? Kendim için yapabileceğim ne var, sizde bir ipucu bulabilir miyim?
Şimdi bu kadar soru içinde…. Demek ben “Ne hakkında yazıyorum” hah?
Siz şimdiye kadar benim merak ettiklerime cevap verebildiniz mi? Tek birine bile gerçekten cevap verebildiğinizi sanmıyorum. Ben size soruyor muyum be kardeşim, “Ne yaşıyorsunuz?” diye! Karşınıza geçip tek cümlelik cevap bekliyor muyum ayaküstü? Ben sizin bir bakışınızı özümserim de sizin ruhunuz duymaz. İçinizde kopan fırtınaları gözlemlerim ama gözünüze sokmam. Ben sizin acılarınızı anlarım fakat, her anladığımda rakı sofrasında dertleşmem. Sizi kendimden bulurum ama kendimi size tanıtmaya uğraşmam. Bir gün olur belki, denk gelirsiniz yazdıklarımdan birine, “aynı beni anlatmış” dersiniz ama hâlâ bir sonraki kitapta ne hakkında yazacağımı merak edersiniz. Merakla derdim yoktur, yanlış anlamayın! Ben de sizin yarın bir gün ne yaşayacağınızı merak ederim ama, bunu size sormam.
Şunu da belirtmeliyim ki, böyle sorguya çekemeyeceğiniz kadar masumum. Ben yüreğime sığdıramadıklarımın gazını alıyorum kelimelerimle. Canımı nerelerde oyaladıysam, aklımı nerede bıraktıysam, onları oralardan geri çağırıp, oturuyorum kağıdın başına. Derdinizi derdim yapıyorum, korkunuzu korkumla anlıyorum, aşkınızı aşkımla tamamlayıp, “Bakın ben bunu yazarken oyalandım, alın siz de okurken oyalanın.”diyorum. Zahmet edip okumazsanız okumayın! Ama karşıma geçip sormaya da kalkmayın! Sonra tutar, size bu soruyu sorduran içinizdeki zayıf, aciz duyguları dökerim kağıtlara, sererim herkesin gözü önüne, mahreminiz kalmaz!
No comments:
Post a Comment