Oturup bir
karara varmak lazım; kararlarımız mı düşüncelerimizin eseridir, düşüncelerimiz
mi kararlarımızın? Acaba çoğu insan önce karar veriyor da sonra mı düşünüyor? Özellikle bu son cümleyi şöyle bir okuyup geçen, üzerine alınmayanlara sesleniyorum!
Evlendikten
sonra, “Ben ne yaptım?” diyenler; moda diye kendine yakışmayan bir kıyafeti
alıp içine sığamayanlar; babasının istediği kariyeri seçip başarısız olanlar;
komşuların gözü gönlü açılsın diye eşyalarını yenileyenler... Başkalarının
basmakalıp düşüncelerine uymak için atılan bütün adımlar, sonra kara kara
düşünmeye neden olurlar. Hani, karar verilmiş seçim yapılmıştır ya artık, rahat
rahat düşünme zamanı gelmiştir. Bence pişman olmak için ayrılan zaman, deneyimlemek
için ayrılmalıdır.
Nasıl mı?
Şöyle:
Bir dört yol
ağzında olduğunuzu düşünün. Orada öylece duruyorsunuz ve yollara bakıyorsunuz.
Birinci yol:
Önünüzde çoğunluğun
tercih ettiği bir ana cadde var. Kalabalık. Şık giyimli insanlar, emin
adımlarla ilerliyor. Caddenin sağlı sollu kaldırımlarında lüks alışveriş
merkezleri sıralanıyor. İşlek mi işlek, ışıltılı mı ışıltılı... Herkes, bir
koşuşturma, hengame içinde. Yüzleri asık, halleri stresli ancak, diğer yolları
seçenlere kıyasla kendilerini daha emniyette hissediyorlar. Başkalarına tepeden
bakan halleriyle en doğru tercihi yaptıklarını düşündükleri açıkça belli. Ne de
olsa ihtişam ve gösteriş onlarda! Hayat sigortaları, evleri, arabaları,
meslekleri...
İkinci yol:
Sağ
tarafınızda çok az kişinin tercih ettiği garip bir patika. Çimleri ve
çalılıkları yemyeşil ancak, ağaçlar o kadar sık ki ilerisi görünmüyor. O yolun
nereye çıktığı da bilinmiyor, çünkü giden geri gelmiyor.
Üçüncü yol:
Sol
tarafınızdaki, yoksulluk caddesi. Ana cadde sakinleri tarafından pek sakince
karşılanmayan insanların mekânı. Yaşam kavgası verenlerin yolu. Sizin onlara
değil, onların size ihtiyaçları var. Oraya giderseniz, ana cadde tarafından bir
dahaki sefere çok zor kabul edileceksiniz. Oraya girerseniz, yoksul caddenin
bir parçası olacaksınız. Açlık, sefalet, şiddet, hastalık kol geziyor. Umutsuz
bakışlar, ağlak suratlar ve öfkeli sesler ilk anda fark ediliyor; tebessümleri
görebilmeniz içinse çok dikkatli bakmanız gerek. Yardım edebileceğiniz birkaç
çocuk orada oturmuş, açlıktan ve ilgisizlikten ağlıyor!..
Dördüncü yol:
Arkanıza
dönüp baktığınızda, umursamayanların ara caddesini görüyorsunuz. Eğlence ve
zevkle dolu bir sefahane. Hiçbir kural yok, amaç yok, uğraşı yok! Vur patlasın,
çal oynasın... Kahkahalar yükseliyor, kadehler tokuşturuluyor. Uyuşmuş
beyinler, gevşemiş bedenleriyle sağdan sola savruluyor. Kimisi artık
eğlenmekten bile sıkılmış, ortama uyum sağlamanın peşinde! Yine de diğer
yollara gözlerinin ucuyla bile bakmıyorlar.
Şimdi siz
olsanız oturup ne kadar düşünürsünüz, ne düşünürsünüz, neye karar verirsiniz.
Hangi yoldan ilerlersiniz? Karar vermeden düşünmeye akıl; karar verdikten sonra
düşünmeye pişmanlık denir. Ancak bu noktada benim merak ettiğim bir şey var.
Bütün olasılıkları gözden geçirip, onları biraz biraz deneyimleyip ona göre yol
almak için ömrümüz kısa mı sizce? Neden
insanlar nihai kararlarını o dört yol ağzında bakarken veriyorlar?
Burada çok
önemli bir ayrıntı var. Sizlere kararsız olun demiyorum asla! Kararsızlık, insanları
yoldan yola savurur. Hiçbir seçimde mutlu kılamaz. Her seçimin kötü yanlarını
yaşamaktan, iyi taraflarını görmeye fırsat kalmaz. Kaybolup gitme, gerçek yolu
şaşırma tehlikesi çok yüksektir. Bir orada bir burada derken avare kalınabilir.
Bu yanlış seçim yapmaktan bile kötüdür. Biliyorum, insanları da bu korkutur
zaten! O yüzden basmakalıp düşüncelere sığınırlar. “Kaybolmaktansa, sıkışmak
iyidir.” derler kimi zaman; ama bu olsa olsa kötünün iyisidir. Önce karar verip
sonra düşünmenin başlangıcıdır. Bense insanların ne kaybolmasını ne de
sıkışmasını istemem.
Ben olsam
önce ana caddeye çıkarım. İyi bir okul, iyi bir kariyer derken, çok para ile
birikim yaparım! (Bu noktada bırakmak zordur ama) Bütün bunları cebime koyar,
ikinci yola -yardım edebileceklerime- koşarım. Ceplerimdekileri onlarla
paylaşırım. Gözlerindeki gülümsemeyi görürüm. Güveni, sevgiyi, yardımlaşmayı
tadarım. Ceplerim boşalmaya başladığında, yardım ettiklerim başka cebi dolular
peşinde koşarlar. Alınmam. Sıra diğer yola gelmiştir. Geriye döner vur
patlasın, çal oynasın caddesinde keyif
çatarım. Stres atarım.
En sonunda merakım ağır basar, sağdaki patikanın sonu
nereye çıkıyor, bakarım. En çok bu patikadan keyif alırım. Giden neden geri
dönmüyor anlarım. Patikada ilerledikçe güller, karadutlar, çilekler serilir
ayaklarımın altına. Bir pınar vardır ilerde, suyu soğuk, içimi tatlı; kana kana
içerim! Bir at vardır koşumsuz, özgür, heyecanlı; biner dört nala koşarım. Bir
dağ görürüm, ulu; çıkarım dağın zirvesine, o dört yolu seyre dalarım. Anlarım
ki o dört yol ağzında dikiliyorken değil, burada dağın zirvesinde oturuyorken
“düşünmek” gerekmektedir.
Sonra
kendime döner, şu soruyu sorarım; “Şimdi ne tarafa gitsem acaba?”
No comments:
Post a Comment