Tuesday, April 10, 2012

KISA DEĞİL


Oturup bir karara varmak lazım; kararlarımız mı düşüncelerimizin eseridir, düşüncelerimiz mi kararlarımızın? Acaba çoğu insan önce karar veriyor da sonra mı düşünüyor? Özellikle bu son cümleyi şöyle bir okuyup geçen, üzerine alınmayanlara sesleniyorum!

Evlendikten sonra, “Ben ne yaptım?” diyenler; moda diye kendine yakışmayan bir kıyafeti alıp içine sığamayanlar; babasının istediği kariyeri seçip başarısız olanlar; komşuların gözü gönlü açılsın diye eşyalarını yenileyenler... Başkalarının basmakalıp düşüncelerine uymak için atılan bütün adımlar, sonra kara kara düşünmeye neden olurlar. Hani, karar verilmiş seçim yapılmıştır ya artık, rahat rahat düşünme zamanı gelmiştir. Bence pişman olmak için ayrılan zaman, deneyimlemek için ayrılmalıdır.

Nasıl mı?

Şöyle:
Bir dört yol ağzında olduğunuzu düşünün. Orada öylece duruyorsunuz ve yollara bakıyorsunuz.

Birinci yol:
Önünüzde çoğunluğun tercih ettiği bir ana cadde var. Kalabalık. Şık giyimli insanlar, emin adımlarla ilerliyor. Caddenin sağlı sollu kaldırımlarında lüks alışveriş merkezleri sıralanıyor. İşlek mi işlek, ışıltılı mı ışıltılı... Herkes, bir koşuşturma, hengame içinde. Yüzleri asık, halleri stresli ancak, diğer yolları seçenlere kıyasla kendilerini daha emniyette hissediyorlar. Başkalarına tepeden bakan halleriyle en doğru tercihi yaptıklarını düşündükleri açıkça belli. Ne de olsa ihtişam ve gösteriş onlarda! Hayat sigortaları, evleri, arabaları, meslekleri...

İkinci yol:
Sağ tarafınızda çok az kişinin tercih ettiği garip bir patika. Çimleri ve çalılıkları yemyeşil ancak, ağaçlar o kadar sık ki ilerisi görünmüyor. O yolun nereye çıktığı da bilinmiyor, çünkü giden geri gelmiyor.

Üçüncü yol:
Sol tarafınızdaki, yoksulluk caddesi. Ana cadde sakinleri tarafından pek sakince karşılanmayan insanların mekânı. Yaşam kavgası verenlerin yolu. Sizin onlara değil, onların size ihtiyaçları var. Oraya giderseniz, ana cadde tarafından bir dahaki sefere çok zor kabul edileceksiniz. Oraya girerseniz, yoksul caddenin bir parçası olacaksınız. Açlık, sefalet, şiddet, hastalık kol geziyor. Umutsuz bakışlar, ağlak suratlar ve öfkeli sesler ilk anda fark ediliyor; tebessümleri görebilmeniz içinse çok dikkatli bakmanız gerek. Yardım edebileceğiniz birkaç çocuk orada oturmuş, açlıktan ve ilgisizlikten ağlıyor!..

Dördüncü yol:
Arkanıza dönüp baktığınızda, umursamayanların ara caddesini görüyorsunuz. Eğlence ve zevkle dolu bir sefahane. Hiçbir kural yok, amaç yok, uğraşı yok! Vur patlasın, çal oynasın... Kahkahalar yükseliyor, kadehler tokuşturuluyor. Uyuşmuş beyinler, gevşemiş bedenleriyle sağdan sola savruluyor. Kimisi artık eğlenmekten bile sıkılmış, ortama uyum sağlamanın peşinde! Yine de diğer yollara gözlerinin ucuyla bile bakmıyorlar.

Şimdi siz olsanız oturup ne kadar düşünürsünüz, ne düşünürsünüz, neye karar verirsiniz. Hangi yoldan ilerlersiniz? Karar vermeden düşünmeye akıl; karar verdikten sonra düşünmeye pişmanlık denir. Ancak bu noktada benim merak ettiğim bir şey var. Bütün olasılıkları gözden geçirip, onları biraz biraz deneyimleyip ona göre yol almak için ömrümüz kısa mı sizce? Neden insanlar nihai kararlarını o dört yol ağzında bakarken veriyorlar?

Burada çok önemli bir ayrıntı var. Sizlere kararsız olun demiyorum asla! Kararsızlık, insanları yoldan yola savurur. Hiçbir seçimde mutlu kılamaz. Her seçimin kötü yanlarını yaşamaktan, iyi taraflarını görmeye fırsat kalmaz. Kaybolup gitme, gerçek yolu şaşırma tehlikesi çok yüksektir. Bir orada bir burada derken avare kalınabilir. Bu yanlış seçim yapmaktan bile kötüdür. Biliyorum, insanları da bu korkutur zaten! O yüzden basmakalıp düşüncelere sığınırlar. “Kaybolmaktansa, sıkışmak iyidir.” derler kimi zaman; ama bu olsa olsa kötünün iyisidir. Önce karar verip sonra düşünmenin başlangıcıdır. Bense insanların ne kaybolmasını ne de sıkışmasını istemem.

Ben olsam önce ana caddeye çıkarım. İyi bir okul, iyi bir kariyer derken, çok para ile birikim yaparım! (Bu noktada bırakmak zordur ama) Bütün bunları cebime koyar, ikinci yola -yardım edebileceklerime- koşarım. Ceplerimdekileri onlarla paylaşırım. Gözlerindeki gülümsemeyi görürüm. Güveni, sevgiyi, yardımlaşmayı tadarım. Ceplerim boşalmaya başladığında, yardım ettiklerim başka cebi dolular peşinde koşarlar. Alınmam. Sıra diğer yola gelmiştir. Geriye döner vur patlasın, çal oynasın  caddesinde keyif çatarım. Stres atarım.

En sonunda merakım ağır basar, sağdaki patikanın sonu nereye çıkıyor, bakarım. En çok bu patikadan keyif alırım. Giden neden geri dönmüyor anlarım. Patikada ilerledikçe güller, karadutlar, çilekler serilir ayaklarımın altına. Bir pınar vardır ilerde, suyu soğuk, içimi tatlı; kana kana içerim! Bir at vardır koşumsuz, özgür, heyecanlı; biner dört nala koşarım. Bir dağ görürüm, ulu; çıkarım dağın zirvesine, o dört yolu seyre dalarım. Anlarım ki o dört yol ağzında dikiliyorken değil, burada dağın zirvesinde oturuyorken “düşünmek” gerekmektedir.

Sonra kendime döner, şu soruyu sorarım; “Şimdi ne tarafa gitsem acaba?”

No comments: