Nerdeyim acaba? Gündüz desem gündüz değil, gece desem hiç değil. Vakitlerden ne, gökteki güneş mi, yoksa ay mı?
Bir dakika, bir dakika bu da nesi?!
Bedenen miyim, ruhen miyim? Yer neresi, gök nereden başlıyor? Bilemiyorum derken bilir gibi oldum. Korkuyorum derken, bir cesaret geldi. Ağlamak için gözyaşlarımı akıtacaktım ki, dudaklarımdan kahkaha koptu!
HADİ KOŞUP KAÇ!
Hoopppp, içindeyim.
PEKİ MADEM ÖYLE BEN DE KENDİMİ TESLİM EDEYİM!
AA a! Dışındayım...
Şikayet edeyim dedim övüldüğünü sandı? Hay Alah, çabalarken atalete mi düşmüşüm? Sağa bakayım dedim, bu karşımdaki sol değil mi!!! Ben onu siyah sanıyordum, bak beyazmış.. Yok Yok! Siyah... Amaaannnn neyse ne[]
Zincirlerle bağlıyım köklerim var! Heyhat, hani nerdeler?
Şaşkın mıyım?
Yooo! Çok normal geliyor.
Normal ne?
Bilmem, ya da çok iyi bilirim (?)
Bir küçük çocuğum, bilemedin ihtiyar!
Ayrıca alimim, bilemedin cahil!
Neysem neyim işte! Ben oturup düşünüyor muyum sen kimsin diye? Evet, düşünüyorum:)
Ben bulamıyorsam, sen de bulamayacaksın. Ama bulduğum zaman sana da haber veririm.
Evet panikte gibi görünüyorum, oysa sakinim.
Kafan mı karıştı? Hayır! Bunlar senin de bildiğin şeyler.
Sadece bildiğini bilmiyor olabilirsin!
Ya da bildiğini bildiğime şaşırabilirsin.
İstediğini yap..
Ne yaparsan yap, bir gün boşluğa gidecek nasıl olsa.
Sen ne yaparsan yap, kim ne görüyorsa onu yapmış olacaksın. Ki, bu kişiden kişiye değişecek! Sen bile kim olduğunu şaşıracaksın! İşte o zaman anlayacaksın; ne yaparsan yap, Araf'tan kurtulamayacaksın!
Güle güle. İçeri girerken ayaklarını silmeyi unutabilirsin.
Tuesday, May 16, 2006
Monday, May 15, 2006
kız çocuğu
Ne kirli arkadaşlar edinebiliyorum
İçimdeki güzel kız yüzünden
Ne güzellere yanaşabiliyorum
Üstümdeki kirden
İçimdeki güzel kız yüzünden
Ne güzellere yanaşabiliyorum
Üstümdeki kirden
Saturday, May 13, 2006
MURATHAN MUNGAN VE KIRILGAN
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.
(Evet, Murathan Mungan şiilerine bayılıyorum.
Ama nasıl sevmem ki ey sevgili günlük! O bu kadar anlatabiliyorken beni benden daha iyi)
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.
(Evet, Murathan Mungan şiilerine bayılıyorum.
Ama nasıl sevmem ki ey sevgili günlük! O bu kadar anlatabiliyorken beni benden daha iyi)
GOLDAMOUR
Ankara'da bindiğim bir atım vardı; GOLDAMOUR!
Safkan bir İngiliz atı!
İlk binicilik dersi alacağım gün;
"Rıza bey, buranın en güzel atı hangisi? En asil olanı, en hızlısını istiyorum."
"Siz Casper'a binin Hatice hanım. Uysal bir attır ve burada binicilik öğrenenler ilk derslere onunla başlarlar."
"Bu at biraz yaşlı gibi? Çiftliğinizdeki en güzel atın bu olduğuna emin misiniz?"
"Hayır, en güzel at bu değil tabii ki! Fakat, öğrenmek için en uygunu bu:))"
"Şuradaki at! Muhteşem bir şey!"
"Atlardan anlıyor musunuz?"
"Aradaki farkı görebilecek kadar! Bu daha genç ve daha güçlü duruyor! Adı ne?"
"Goldamour."
"Çok güzel!"
"Casper çok uysal ve ..."
"Hayır ben Goldamour'a bineceğim."
"!?"
"Burada böyle bir at varken diğerlerine binemem!"
"Hatice hanım, evet o buranın en güzel atıdır faka.."
"Evet, belli oluyor. Onunla öğrenicem"
"Fakat, ona binmek CESARET ister.."
"Bende var!"
"Hatice hanım, demek istediğim, hiç uysal bir at değildir. Usta biniciler bile bu atı tercih etmezler:)) Fakat Casper..."
"Bu atı hazırlayın!"
"(Ah şu kadınlar laftan anlamıyorlar) Size Casper'ı hazırlayalım. Yoksa ilk günden bu attan düşer, sonra da bir daha ata binmeye korkarsınız. Hem huysuz, hem inatçı hem de başına buyuruk bir attır!"
"Yazık! Keşke uysal olsaydı"
"(Hah en sonunda) Evet, çocuklar Casper'ı hazırlayın."
"Hayır!"
"?!!!?"
"Goldamuor'u hazırlayın!"
"(Çattık! Bu kadın manyak!) Hatice hanım! Sizin bu ata binmenize izin veremem! Sizin için çok tehlikeli!"
"Bu atı hazırlamazsanız, asla başka bir ata binmeyeceğim."
"Siz bilirsiniz!!!"
"ooFFFF, söylediğiniz her lafı kelimesi kelimesine anladım. Asi ve tehlikeli bir at ve ben de acemiyim..."
"Peki niye ısrar ediyorsunuz!!! Diğer atlarda acemliğinizi atlattıktan sonra, bu ata da binebilirsiniz. Sanki sizden atı mı esirgiyoruz! Ama şimdi böyle bir sorumluluğu alamam!"
"25 yaşındayım ve 7 yıldır kendi sorumluluğumu kendim alırım. Düşersem de düşerim!"
"Hayır, böyle bir şeye izin veremem!"
"Diğer attan düşmeyeceğimin garantisi var mı?"
"Aradaki risk farkı çok büyük!"
"Goldamour'u hazırlayın dedim!"
"(Salak! Benden günah gitti! Sen hak ettin! Eğer düşersen, karşına geçip güleceğim. Sabah sabah bütün sinirlerimi ayağa kaldırdın. Madem kaşınıyorsun! Başına dert arıyorsun, kıçını başını kır da gör!)Hanımefendiye GOLDAMOUR'u hazırlayın!"
O ATTAN TAM 8 KEZ DÜŞTÜM. Her düştüğümde de canım çok yandı. Kimi zaman acıdan ağladım. Fakat şimdi ona binebilen üç kişiden biri ve tek bayan benim. Benimle yarışmaya kalkanlara da nal toplatmaya bayılıyorum.
Safkan bir İngiliz atı!
İlk binicilik dersi alacağım gün;
"Rıza bey, buranın en güzel atı hangisi? En asil olanı, en hızlısını istiyorum."
"Siz Casper'a binin Hatice hanım. Uysal bir attır ve burada binicilik öğrenenler ilk derslere onunla başlarlar."
"Bu at biraz yaşlı gibi? Çiftliğinizdeki en güzel atın bu olduğuna emin misiniz?"
"Hayır, en güzel at bu değil tabii ki! Fakat, öğrenmek için en uygunu bu:))"
"Şuradaki at! Muhteşem bir şey!"
"Atlardan anlıyor musunuz?"
"Aradaki farkı görebilecek kadar! Bu daha genç ve daha güçlü duruyor! Adı ne?"
"Goldamour."
"Çok güzel!"
"Casper çok uysal ve ..."
"Hayır ben Goldamour'a bineceğim."
"!?"
"Burada böyle bir at varken diğerlerine binemem!"
"Hatice hanım, evet o buranın en güzel atıdır faka.."
"Evet, belli oluyor. Onunla öğrenicem"
"Fakat, ona binmek CESARET ister.."
"Bende var!"
"Hatice hanım, demek istediğim, hiç uysal bir at değildir. Usta biniciler bile bu atı tercih etmezler:)) Fakat Casper..."
"Bu atı hazırlayın!"
"(Ah şu kadınlar laftan anlamıyorlar) Size Casper'ı hazırlayalım. Yoksa ilk günden bu attan düşer, sonra da bir daha ata binmeye korkarsınız. Hem huysuz, hem inatçı hem de başına buyuruk bir attır!"
"Yazık! Keşke uysal olsaydı"
"(Hah en sonunda) Evet, çocuklar Casper'ı hazırlayın."
"Hayır!"
"?!!!?"
"Goldamuor'u hazırlayın!"
"(Çattık! Bu kadın manyak!) Hatice hanım! Sizin bu ata binmenize izin veremem! Sizin için çok tehlikeli!"
"Bu atı hazırlamazsanız, asla başka bir ata binmeyeceğim."
"Siz bilirsiniz!!!"
"ooFFFF, söylediğiniz her lafı kelimesi kelimesine anladım. Asi ve tehlikeli bir at ve ben de acemiyim..."
"Peki niye ısrar ediyorsunuz!!! Diğer atlarda acemliğinizi atlattıktan sonra, bu ata da binebilirsiniz. Sanki sizden atı mı esirgiyoruz! Ama şimdi böyle bir sorumluluğu alamam!"
"25 yaşındayım ve 7 yıldır kendi sorumluluğumu kendim alırım. Düşersem de düşerim!"
"Hayır, böyle bir şeye izin veremem!"
"Diğer attan düşmeyeceğimin garantisi var mı?"
"Aradaki risk farkı çok büyük!"
"Goldamour'u hazırlayın dedim!"
"(Salak! Benden günah gitti! Sen hak ettin! Eğer düşersen, karşına geçip güleceğim. Sabah sabah bütün sinirlerimi ayağa kaldırdın. Madem kaşınıyorsun! Başına dert arıyorsun, kıçını başını kır da gör!)Hanımefendiye GOLDAMOUR'u hazırlayın!"
O ATTAN TAM 8 KEZ DÜŞTÜM. Her düştüğümde de canım çok yandı. Kimi zaman acıdan ağladım. Fakat şimdi ona binebilen üç kişiden biri ve tek bayan benim. Benimle yarışmaya kalkanlara da nal toplatmaya bayılıyorum.
Wednesday, May 10, 2006
Babamdan mesaj var!
Sevgili inatçı kızım!
Derdin ne? Bunu kendine neden yapıyorsun?
Amacın para ise, gel ben sana vereyim.
Amacın çalışmaksa, gel yanıma sana iş bulayım.
Amacın kariyerse, dön Ankara'ya sana destek olabileyim.
Burada iş mi yok? Diğer meslekler, seni tatmin etmiyor mu? Başka iş yapamayacağından mı korkuyorsun?
Ah kızım! Ben sana korkusuz olmayı öğretemedim mi?
Ben sana hayallerinin peşinden git derken, kurduğun hayalleri ulaşabileceklerinden seç demeyi mi unuttum?
Ben sana idealist ol dediğimde, ideallerinin uğruna kendini harcamayı mı anladın sen?
Vah yavrum!
Hangi söylediğimi yanlış anladın da, kaderine karşı savaş açtın?
Sınırları zorlamayı sana öğretirken, kendi sınırlarını sana gösteremedim mi?
Yapma Hatçem!
Yapma güzel kızım!
Gel dön evine! Bak, görmüyor musun? Kendi kendine eziyet ediyorsun. Bırak şu seni yerden yere vuran mesleği! Başka işler mi yok?
Hadi dön evine. Yeter kendine bu yaptığın, bu yaptırdıkların!
Kararlı olmanı sana ben öğrettim evet, ama doğru karar verebilmeyi de bir zahmet sen öğrenseydin ya çocuğum!
Dön yuvana!
Derdin ne? Bunu kendine neden yapıyorsun?
Amacın para ise, gel ben sana vereyim.
Amacın çalışmaksa, gel yanıma sana iş bulayım.
Amacın kariyerse, dön Ankara'ya sana destek olabileyim.
Burada iş mi yok? Diğer meslekler, seni tatmin etmiyor mu? Başka iş yapamayacağından mı korkuyorsun?
Ah kızım! Ben sana korkusuz olmayı öğretemedim mi?
Ben sana hayallerinin peşinden git derken, kurduğun hayalleri ulaşabileceklerinden seç demeyi mi unuttum?
Ben sana idealist ol dediğimde, ideallerinin uğruna kendini harcamayı mı anladın sen?
Vah yavrum!
Hangi söylediğimi yanlış anladın da, kaderine karşı savaş açtın?
Sınırları zorlamayı sana öğretirken, kendi sınırlarını sana gösteremedim mi?
Yapma Hatçem!
Yapma güzel kızım!
Gel dön evine! Bak, görmüyor musun? Kendi kendine eziyet ediyorsun. Bırak şu seni yerden yere vuran mesleği! Başka işler mi yok?
Hadi dön evine. Yeter kendine bu yaptığın, bu yaptırdıkların!
Kararlı olmanı sana ben öğrettim evet, ama doğru karar verebilmeyi de bir zahmet sen öğrenseydin ya çocuğum!
Dön yuvana!
Friday, May 05, 2006
sokak lambaları
Gündüz, güneş varken kaçımız fark ediyor ki onları?
Geceleri bile kaçımız onların kıymetini biliyor?
Sırf arabasını park etmekte zorlandığı için sokak lambalarına kızanları küçümseyerek söylüyorum;
bence bir insanın bulunduğu caddede ne kadar çok sokak lambası varsa, o, o kadar şanslıdır.
Ben de geçen gün fark ettim (hep sabahları koyulurmuşum yollara meğerse) çok güzel sokak lambalarım varmış:)
Geceleri bile kaçımız onların kıymetini biliyor?
Sırf arabasını park etmekte zorlandığı için sokak lambalarına kızanları küçümseyerek söylüyorum;
bence bir insanın bulunduğu caddede ne kadar çok sokak lambası varsa, o, o kadar şanslıdır.
Ben de geçen gün fark ettim (hep sabahları koyulurmuşum yollara meğerse) çok güzel sokak lambalarım varmış:)
Thursday, May 04, 2006
öğrenmek
Güzel şey şu öğrenmek! Her gün biraz daha ilerlediğini bilmek. Öğrenmeden geçen her gün yaşlanmaktan başka nedir ki? Ölüme doğru yürümekten başka ne yapar yerinde sayan birisi?
Peki öğrenebilmenin sınırı var mıdır? Bilinebilen her şey, herkes tarafından algılanabilir mi? Lisede Matematik bölümünde okurken, Türkçe'yi uzak bulmamın sebebi neydi? Neden ben Matematik ve Fen'de iyiyim, Türkçe'yi öğrenemem diye düşündüm? Bu aptallık mı, cehalet mi, yanlış yönlendirilme mi?
İki dil bilen iki insan oluyorsa, hem Tarih hem Edebiyat hem Matematik hem Felsefe bilebilenler ne oluyor?
Oysa ne kadar çok örnek var, hepsi olabilen..
Öğrenmek acaba çekinilecek bir şey mi? Kişi olduğunu sandığından daha büyük olmanın sorumluluğundan korkuyor olabilir mi? Nedir insanları öğrenmekten alıkoyan?
Öğrenmek bilmektir demiyorum asla!.. Bazen öğrendiğimiz şey, gerçek bilgi olmayabilir; o ayrı! Kendilerini çok "bilen" sananlara da ayrı kelimelerim var; asabi asabi! Ama nedir öğrenmeye karşı olan bu atalet?
Şimdiye kadar bazı şeyleri öğrenmeyi atlamak ne büyük israftır böyle!
Peki öğrenebilmenin sınırı var mıdır? Bilinebilen her şey, herkes tarafından algılanabilir mi? Lisede Matematik bölümünde okurken, Türkçe'yi uzak bulmamın sebebi neydi? Neden ben Matematik ve Fen'de iyiyim, Türkçe'yi öğrenemem diye düşündüm? Bu aptallık mı, cehalet mi, yanlış yönlendirilme mi?
İki dil bilen iki insan oluyorsa, hem Tarih hem Edebiyat hem Matematik hem Felsefe bilebilenler ne oluyor?
Oysa ne kadar çok örnek var, hepsi olabilen..
Öğrenmek acaba çekinilecek bir şey mi? Kişi olduğunu sandığından daha büyük olmanın sorumluluğundan korkuyor olabilir mi? Nedir insanları öğrenmekten alıkoyan?
Öğrenmek bilmektir demiyorum asla!.. Bazen öğrendiğimiz şey, gerçek bilgi olmayabilir; o ayrı! Kendilerini çok "bilen" sananlara da ayrı kelimelerim var; asabi asabi! Ama nedir öğrenmeye karşı olan bu atalet?
Şimdiye kadar bazı şeyleri öğrenmeyi atlamak ne büyük israftır böyle!
Wednesday, May 03, 2006
Bir küçük kedi hikayesi
Sapsarı! Küçük ve kuyruksuz bir aslan gibi:)))
Onu ilk gördüğüm günü hatırlıyorum. Öylesine bir yerdeydim ki, bana tamamen yabancı, beni tamamen bilmez, benim öğrenmek için can attığım... Çekingen, korkak, ne yapacağını bilemez, kendine uymaz, kendini uyduramaz bir ruh hali içinde bir yandan da beklerken bir eli; elimi tutacak saçımı okşayacak, bana ait olduğumu hissettirecek... Onu gördüm.
Bir ele muhtaç; onu kucağına alacak, tüylerini okşayacak, hadi gel senin yerin burası diyecek...
Uzattım elimi, gelmedi kaçtı.
Belli ki kesik kuyruğunun büyük bir acısı vardı. Üzüldüm haline. Üstü başı kir pas içinde; sanki canının 8'i gitmiş, sonuncusu ile ayakta duruyor.. Küçücük, birkaç haftalık bir kedi yavrusu. Korkak, çekingen, güvensiz ve aç.
Gel zaman, git zaman alıştı bana:))) Alıştırdım onu kendime. Korktuğu elimi yavaş yavaş gezdirdim tüylerinde; sevdi elimi. Ben de onu sevdim. En çok da bir zamanların iflah olmaz gibi duran korkağının üzerime atlayarak kendini sevdirmeye çalışmasını sevdim. Artık kovsam bile gitmez, sevgi arsızı yılışığın teki:))) Yeniden güvenebilmeyi bilen, bir yılışık hem de.
Zamanla büyüdü tabii... Tüylerindeki pislikler koyboldu. Semirdi:))) Şirinleşti:))) Halinden memnun, mutlu bir kedi oluverdi. Onu her gördüğümde, "İyi ki kuyruğun kopmuş küçük kedi" diyorum. "Yoksa ben seni kendime nasıl alıştıracaktım? Benden korkup kaçmasan ben seni nasıl kovalayacaktım?"
Evet, kuyruğu hala kopuk ve hiçbir zaman yerine gelmeyecek. Bunun için gerçekten ayrı üzülüyorum. Belki kuyruğu kopuk olmasaydı da sevecektim onu (?) Ama.. Ama, şimdi başka bir şey var aramızda!
Onu ilk gördüğüm günü hatırlıyorum. Öylesine bir yerdeydim ki, bana tamamen yabancı, beni tamamen bilmez, benim öğrenmek için can attığım... Çekingen, korkak, ne yapacağını bilemez, kendine uymaz, kendini uyduramaz bir ruh hali içinde bir yandan da beklerken bir eli; elimi tutacak saçımı okşayacak, bana ait olduğumu hissettirecek... Onu gördüm.
Bir ele muhtaç; onu kucağına alacak, tüylerini okşayacak, hadi gel senin yerin burası diyecek...
Uzattım elimi, gelmedi kaçtı.
Belli ki kesik kuyruğunun büyük bir acısı vardı. Üzüldüm haline. Üstü başı kir pas içinde; sanki canının 8'i gitmiş, sonuncusu ile ayakta duruyor.. Küçücük, birkaç haftalık bir kedi yavrusu. Korkak, çekingen, güvensiz ve aç.
Gel zaman, git zaman alıştı bana:))) Alıştırdım onu kendime. Korktuğu elimi yavaş yavaş gezdirdim tüylerinde; sevdi elimi. Ben de onu sevdim. En çok da bir zamanların iflah olmaz gibi duran korkağının üzerime atlayarak kendini sevdirmeye çalışmasını sevdim. Artık kovsam bile gitmez, sevgi arsızı yılışığın teki:))) Yeniden güvenebilmeyi bilen, bir yılışık hem de.
Zamanla büyüdü tabii... Tüylerindeki pislikler koyboldu. Semirdi:))) Şirinleşti:))) Halinden memnun, mutlu bir kedi oluverdi. Onu her gördüğümde, "İyi ki kuyruğun kopmuş küçük kedi" diyorum. "Yoksa ben seni kendime nasıl alıştıracaktım? Benden korkup kaçmasan ben seni nasıl kovalayacaktım?"
Evet, kuyruğu hala kopuk ve hiçbir zaman yerine gelmeyecek. Bunun için gerçekten ayrı üzülüyorum. Belki kuyruğu kopuk olmasaydı da sevecektim onu (?) Ama.. Ama, şimdi başka bir şey var aramızda!
Subscribe to:
Posts (Atom)