Aşktan kaçma konusunda çok iyiyimdir ancak; şimdiye kadar elinden hiç kurtulamadım. Yanlış zamanda yanlış insan ve yanlış gözyaşı… Bermuda Şeytan Üçgeni’nin iç açılarının, alnımda izdüşümü olduğundan şüpheleniyorum. Böyle alın yazısı başka yerde bulunamaz! Kalbime giren herkes, zengin kalkışıyla hayatımdan yok olma mecburiyetinde!... Promosyon olarak, gecelerimin vazgeçilmez can acıları… Kaderin sadist olmadığını kim söyledi? Özlerken ayrılığın provasını yapmayı ben ondan öğrendim.
Herkes ‘Olmaz’ olmak için hayatıma girdi. Kimisi ben âşık olduktan sonra imkânsızlaştı, kimisi zaten taşı ayıklanmamış pirinç pilavı gibiydi. Birine aşkım demeden önce, o kişiye ‘imkânsızım’ demeyi ezberledim. A4 kağıda arabesk fon yaratma derdinde değilim. Hayat hikâyeme abartma tozu katıp, kendi kendime de acımam. O yüzden, yazdığımı yazdığım gibi bilin. Altında buzağı aramayın. Buyruklu yalanları sadece aşıklarıma söyledim ben: “Seni istemiyorum, git!”, “Biz sadece arkadaşız, beni unut!”
Ne yaşadığımı merak ettiniz değil mi? İşin dedikodu kısmına takılmayın lütfen! Başlama vuruşu yapılmadan hakemin kırmızı kart göstermesi, soğanların hepsi doğranmışken ocaktaki gazın kesilmesi, bilgisayar oyununda tarihi rekor kıracakken laptopun şarjının bitmesi örneklerini vereyim, şimdilik yeter. Size bütün hayat hikâyemi anlatsam bile, çıkarımda bulunamayacağınız gerçekleri açıklıyorum işte! Acımaya da gerek yok! Platonik sevmedim ben. İçimdeki hisler karşılıksız olmadı. Sadece ben karşılığını veremedim, feleğin attığı sillelere. Kaderden rövanş alınmıyo ne de olsa… Olduğu gibi kabullenme alışkanlığının getirdiği acılar ise, büyük oluyo. Işığın pervaneyi çektiği gibi çektim aşklarımı, sonra oturup ateşimde yanmalarını seyrettim. Peki ateş mi daha çok yanar, yoksa yaktığı mı? Kimi sevsem, neyi dilesem, neyden zevk alsam açmadan solan çiçekler gibi büzüşüp kaldılar elimde. Ölümden değil kaderden korkmak lazım. İşime de âşık olmuştum ben... Aileme de, İstanbul’a da… Bir iki erkeğe de… Onlar da bana…
Sonra ne mi oldu?
Çölde eline matara verilen ama mataranın boş olduğunu fark eden bedevinin hayalkırıklığıyla; parası için evlendiği ihtiyarın iflas ettiğini düğün gecesi öğrenen Miss World’ün ızdırabını harmanladım kalbimde.
Üstelik bir de hiç sevemediklerim çıktı önüme! Güldeki dikenleri görüp, kendini gülle bir tutan kaktüslerle karşılaştım. Şehvet naniğine aşk çağrısı diyen, demo insanlarla tanıştım. Meğer ne çok dertleri varmış, her gün değişen (!) Meğer ne çok severlermiş, her gün başka birini (!) Ben de olur muymuşum onlardan biri? Tanır mıymışım medeniyeti? Kâfiyesi bile kulağa hoş gelmiyor!
Uzun lafın kısası: Sırtında şeker taşırken, hep ot yemek zorunda kalan eşekler gibi… Evine haciz gelmiş darphane memuru gibi… Düblaj yaparken hıçkırık tutan ses dublörü gibi… Beyin ölümü gerçekleşmiş birine kalp masajı yapan doktor gibi… Sokak röportajına çıkıp mikrofonu kekemeye uzatan haberci gibi… Hep karavanaya atmak yaşam tarzım oldu çıktı. İşte bu yüzden evlenmedim dersem beni anlar mısınız?
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesİ)
No comments:
Post a Comment