Çok şanslıydım, o ne yaptığını bilen, iyi bir Gassal’di. Benim gibi kimsesiz, yaşlı bir ölü için bulunmaz bir son arkadaştı. Teneşirdeki cansız bedenimle tanıştığım bu insan, bana olan son görevini yapan vefakâr bir dost gibi davranıyordu. Beni ilk gördüğünde, el ve ayaklarıma dikkatli dikkatli baktı. Yardımcısına dönüp;
“Ölen iyilerdense, elleri ayakları yeşillenir. Bak, aynen böyle olur.” dedi.
Oysaki yardımcı o an bambaşka, içsel bir dünyadaydı. Yaptığı işi kerhen yapıyor, otomatiğe bağlı bir robot gibi hareket ederek, kendini ortamdan soyutlamayı çok iyi beceriyordu. Kendinden yaşça çok büyük ustasının yüzüne şöyle bir baktıktan sonra, bıçakla üzerimdeki giysileri keserek çıkardı. Çıplak kalan bedenime kefenimden beyaz bir parça örttüler. Âdetten midir, yoksa içinden mi geldi bilemedim; Gassal, bir dua mırıldanmaya başladı. Sonra durdu, derin nefes aldı ve aslında kendi kendine konuştuğunu bile bile yardımcısına:
“İnsanlar değişik yüz ifadeleriyle ölürler. Allah rahmet eylesin, merhumun yüzünde, şu halinde bile, huşû var.”
Belli ki yardımcıya göre Gassal’in sözleri, batıl, kulak ardı edilmesi gereken, kocakarı masallarından başka bir şey değildi. O yüzden kayıtsızca abdest suyumu ılıştırmaya koyuldu. O suyu ılıştırırken Gassal, birkaç kalıp sabunu parçalara ayırdı.
-“Biz bir nevi onların ebeleriyiz evlat! Anne rahminden dünyaya doğan bir bebeği ebesi nasıl yıkarsa, biz de onları öyle yıkar, sonraki hayatlarına hazırlarız. Son yolculuklarının ilk hizmetkârlarıyız.”
Saygısına olan minnetimi ne yazık ki göstermemin bir yolu yoktu. Yanlarında sessizce durup bedenimi yıkamalarını seyrettim. Naaşım temizlendikçe kendimi, daha doğrusu artık sadece ruhtan ibaret kalmış benliğimi, hafiflemiş hissediyordum. Gassal ve yardımcısının cansız bedenime yakasız beyaz gömleği giydirmesiyle, ruhum da kıyafet giyinmişçesine beklenen beyazlığına büründü. Onun göremediği elimi omzuna koydum. Kendimce küçük bir teşekkürdü bu. Sonra garip bir şey oldu ve Gassal’in gözleri doldu.
“Bu işlem önemlidir evlat. Ölünün yüzündeki son ifadeyi görmek, son abdestini aldırmak, onu hazırlamak kutsaldır. Ben babamı çok küçükken savaşa gönderdim, bir daha ondan haber alamadım. O yıkandı mı, kefenlendi mi, nasıl defnedildi bilmiyorum. Ama şehit olduğu için kanı onu temizler di mi evlat? Melekler onu kefenler di mi?”
İşte o zaman, burada bulunup onları izleyişimin bir nedeni olduğunu anladım. Gassal’in kulağına eğilip, yardımcının vermediği cevabı yüksek sesle söyledim:
“Evet, evet! Şehitler, öteki âlemde bizim gibi değil, muhteşem karşılanırlar. Senin yıkadığın her bedenin sevabı, hediye ettiğin babanın ruhuna muhakkak gider. İçin rahat olsun. Senden ona selam götüreceğim.”
Gassal’in kulağı beni duymadı ama biliyorum ki ruhunun derinliklerindeki bir ses ona artık merak etmemesi gerektiğini söyleyecekti. Her şey tamamlandıktan sonra, bedenimle birlikte kabrime doğru yol alma vaktim gelmişti. Cevaplamam gereken suallerle dolu gece başlamadan, ilk sorunun cevabını doğru verdiğimi biliyordum.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi 12.01.2012)
No comments:
Post a Comment