Sunday, February 12, 2012

SİZE NOEL BABA DİYEBİLİR MİYİM?

Aziz Nikolas, çok garip bir kâbusun etkisiyle, yerinden zıplayarak uyandı. Anadolu’da dalga dalga yayılan ünü, dindar kişiliğinin mütevazılığına o kadar ters düşüyordu ki! Kimi zaman kaderin kendisini getirdiği noktaya inanamıyordu. Oysaki o değil miydi ailesinin bütün mal varlığını fakirlere dağıtarak inzivaya çekilmek isteyen, o değil miydi kendisini kiliseye adayarak Tanrı’ya ulaşmayı hedefleyen. Ne olmuştu da bu kadar ünlü olmuştu? İnsanların kendisinden beklentileri neden bu kadar artmıştı?

Yatağından kalkıp pencereyi açtı. Birazcık temiz havayla içini ferahlatmaya ihtiyacı vardı. Gördüğü kâbusu unutmak için anılarını tazelemeye başladı. Ta çocukluk dönemine gitti. Ailesinin zenginliğinden utandığı günleri, portakal ağaçlarıyla dolu bahçenin ortasındaki kocaman evi hatırladı. Tüccar babasının zekâsını, annesinin sevgi dolu kalbini almıştı. Arkadaşları tarafından sevilen, büyükleri tarafından örnek gösterilen çocukluğunda bile onu rahatsız eden bir şeyler vardı. Diğer insanlar mutsuzken o mutlu olamıyordu. Gün be gün içine kapanık bir genç olmaya başlamışken Hıristiyanlık ile tanıştı.

İlk tepkiyi anne ve babasından gördü! M.S. 280’li yıllarda, putperestliği benimsemiş Roma İmparatorluğu’nda tek Tanrılı bir dini seçmek, cefa dolu bir hayata adım atmanın en kestirme yoluydu şüphesiz! Vah zavallı annesi… Günlerce ağlamıştı. Oysaki Nikolas bu seçimi ile içindeki susamışlığa bir pınar bulduğuna inanıyordu, kararından dönmedi. Önceleri o da Anadolu Hıristiyanları gibi bunu diğer insanlardan saklama, yani inancını gizleme yoluna gitti. Anne ve babası öldükten sonra, onu o lüks yaşama bağlayan hiçbir şey kalmamıştı. Böylece, kendine kalan mirasın tamamını fakirlere dağıtarak bir süre ortadan kayboldu. Zenginlik, ihtişam, rahat yaşam ve göz önünde olmak ona göre değildi! Ama insanoğlu işte… İstediğini değil, kaderini yaşar. Münzevi yaşamak için attığı her adım, verdiği her sadaka, yardım elini uzattığı her insan, söylediği her söz, onun daha çok tanınmasına neden oluyordu.

Paganlara ve putlara karşı duruşu, onu dikkat oklarının merkezi yaptı. Özellikle o gemi yolculuğunda yaşananlar yok mu? İmparator Diocletianos’un kulağına kadar gitti. İmparator, fırtınadan batmak üzere olan bir geminin Nikolas’ın duasıyla kurtulduğunu duyunca olanlar olmuştu. Aziz unvanı ile birlikte Nikolas zindanda senelerce kaldı. Zindanda kaldığı sürece Aziz Nikolas diğer mahkûmlara da yardımcı oldu. Kısa sürede bütün hapishane, küçük bir Hıristiyan kilisesi gibi inançlı insanların mekanı haline gelmişti. İmparator bundan da rahatsız oldu. Aziz Nikolas’ı astırmak istedi ancak halkın direnişiyle karşılaştı, Antalya Demreliler ayaklanmıştı. Tek çare Aziz Nikolas’ı salıvermekti ancak bütün zindan arkadaşları özgürlüğüne kavuşmadan Nikolas’ın oradan çıkmaya niyeti yoktu. Oradan çıkınca ne mi oldu? Tabii ki daha ünlü oldu. Ruhban olmamasına rağmen, kiliseye piskopos seçildi.

Şimdi de Psikopos Nikolas, gördüğü kâbusun etkisiyle evinin kiliseye bakan pencerede öylece duruyordu. Gördüğü kâbusun yorumuna gelince… Size onun kaderinin geri kalan kısmını anlatayım mı?

Aziz Nikolas, 340’lı yıllarda ölecek ve naaşı kilisenin bahçesine defnedilecek. Yüzyıllar içinde, gün gelecek Hıristiyanlık Anadolu topraklarından Avrupa’ya yayılacak. Mitolojik hikâyeler dinlemeye alışmış Avrupalılar, ilk dönem Hıristiyan Azizlerinin geldiği mânevi nokta kıssalarını, bilindik pagan hikâyeleriyle karıştıracaklar. Gerçekleştirdikleri mûcizeleri ballandıra ballandıra anlatmak varken, azizlerin yaymaya çalıştıkları öğretilerden kime ne canım? Kulaktan kulağa fısıltılar dolaşmaya başlayacak, sonucunda her şehre ayrı bir aziz seçilecek. Şehre aziz seçmek kolay da, bu azizlerin hepsinin Anadolu’da olması sıkıntı tabii... Birkaç yıl iki kıta arasında hacı olmak için mekik dokunduktan sonra, akıllara enteresan bir fikir gelecek! “Neden biz onların ayağına gidiyoruz ki? Onlar buraya gelsin!” denilecek ve buldukları bütün aziz mezarları yağmalanacak. İtalyan hırsızlarının eli, bir haçlı seferi sırasında Aziz Nikolas’ın mezarına da uzanacak. Yıl, 1087. Aziz Nikolas’ın kemiklerinin “bir kısmı” doğduğu ve gömüldüğü topraklardan çıkarılıp, kaçırılacak. Doğruca Avrupa’da seçildiği şehre, sözüm ona koruyuculuk yapmaya...

Kimilerinin kaderi ölünce başlar.

Efsaneler efsaneleri doğuracak. En kötüsü de, Aziz Nikolas’ın hayatı boyunca karşı durduğu pagan inançlarının bir parçası gibi anılması olacak. İskandinav mitolojisindeki Tanrı Odin’e tapamayanlar, yerine bilin bakalım kimi koyacaklar? Sonra söylentiler alıp başını gidecek. Vay efendim, ren geyikleriyle uçuyormuş; vay efendim, bacalardan iniyormuş; vay efendim her yılbaşı hediye dağıtıyormuş… Özbeöz Antalyalı Aziz Nikolas için Kuzey Kutbu’nda yaşıyor bile diyecekler. Meğerse adı da Noel Baba’ymış!.. 1863 yılında Amerikalı karikatürist Thomas Nast, haftalık bir dergide ona değişik bir imaj ve bir misyon yükleyecek. Kürklü kıyafetler, yüksek siyah botlar ve garip bir şapka... Noel Baba karikatür kahramanı olarak çok ses getirecek. Hatta reklâm artisti bile olacak. 1900’lü yıllarda devreye giren Cola’nın büyük iletişim kampanyası yıllarca unutulmayacak. Büyük bir sponsorluk desteğiyle o zamana kadar yeşil olan Noel Baba kıyafetleri, markanın renklerine uygun olarak, kırmız-beyaza dönüşecek. Sonra ver elini Hollywood!.. Ve Noel Baba dünya çapında ünlü bir aziz olacak. Onun hatırına her yılbaşı şöminelerin üzerine renkli çoraplar asılacak. Anne babalar kredi kartına taksitle çocuklarının istedikleri hediyeleri alacaklar. Çocuklar bu hediyeleri, uçan ren geyiklerinin çektiği kızakla dolaşan, çatılarına konan ve bacalarından inen tonton bir azizin getirdiğini sanacak. Ben Nikolas’ın zavallı kemikleri sızlıyor mudur acaba diye düşünürken, bütün Hıristiyan âlemi yeni yılı kutlayacak!

(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi 10.01.2012)

No comments: