Thursday, August 31, 2006

Aşka ait değilsin

Sen aşka ait değilsin
Bir yaşam seçmişsin kendin için
Yüzeysel mutluluklar içinde
derin acılara gebesin

Sen aşkın malı değilsin
Kalbin doludizgin gitsin, bırakmazsın
Bir hasrete gecelerce esir olup
Vuslata kendini adamazsın

Sen aşkın adamı değilsin
Bir buket çiçek eğreti durur elinde
Seviyorum demeler pelesenktir diline
Kim diye değil, ne diye bakarsın bedenlere
Her kadın ayrı vücut, her ilişki aynı sonuçtur

İyi de...
Sen aşkın adamı değilsen, bundan bana ne?

Saturday, August 26, 2006

SENSİN DELİ!

Ben deli değilim. Sadece akıllı da değilim o kadar.

Kurduğum hayalleri gerçek sanıyorsam ne olmuş? Bütün herkes, kendi hayallerini gerçekleştirmeye çalışmıyor mu? Benim hayaleri gerçek kılma yolum sizinkinden farklı olabilir ama daha etkili. Gerçek olmasını istediğim her şey gerçek benim için. Senin hiç eski şato eşyaları ile döşenmiş bir odan oldu mu? Olmamıştır ve olamayacaktır. Ama benim var.
Sen, akıllıca, hayallerinin peşinden boşuboşuna koşturmaya ve hayatını bu uğurda harcamaya devam et. Sanki harcadığın hayatının ve zamanının karşılığını alman garantiymiş gibi... Zaman da hayaller kadar önemli değil mi oysa ki? Niye biri için diğerini heba ediyorsun? Ben böyle bir akıllılıkla zaman harcamıyorum. İstiyorum, oluyor.

---------------------------------------------------------------------------
Düzgün cümleleri kurabilseydi böyle söylemek isterdi eminim; ama, esas konuşma aşağıdaki gibi gerçekleşti:
----------------------------------------------------------------------------

Geçen gün bu konuyu Cumhurbaşkanı ile de konuştum. Kendisi benim yakın arkadaşımdır. Bak dikkat et, 'arkadaş' diyorum. Arkadaşlık ne kadar önemli bir kavramdır bilir misin sen? Ne zaman başı sıkışsa, koşarım ben onun yardımına. Hiç yanlız bırakmam. Çünkü aynı zamanda bulunmaz bir sırdaşımdır.

Evet! Evet! Sırlar...

Sırlar da önemlidir. Her sır kendine uygun olan insanı kendisi seçer. Komşu kızı Mücella'nın da dediği gibi;
"Yürü kim tutar seni!!"
Evet... Bana bir keresinde böyle söylemişti. Sırlar önemlidir. Mücella da önemli benim için. Bana dedi ki;
"Yürü kim tutar seni!"
O da benim arkadaşımdır. Ama onu hiç Cumhutbaşkanı ile tanıştırmadım. Çünkü Mücella benim en büyük sırrımdır.
Aramızda kalsın, kendisi benim sevgilim oluyor.

Wednesday, August 23, 2006

Hayatta "KALMAK"

Okul sıralarından beri bu hep böyle giderdi. Sınıfta kaldığı gibi, hayatta da kalanlardandı o! Ona takan hocaları, başarısız geçen sınavları, bilmediği sorular sorulan sözlüleri vardı. Ama o sınıfta kalmalara hiç aldırmamış biri olarak, hayatındaki bütünlemelere de çalışmazdı.

Bir tane sigaraya ihtiyacı vardı. Tek nefeslik bile olsa yeter diye düşündü. Kalabalığın içinde yalpalayarak yürüdükten sonra, bir duvarın dibine çömeldi.

Bir tane sigara...

Ne evde ona sabah-akşam beddua eden karısını ne de okula gidemeyen çocuklarını düşünüyordu. 9 numaralı Kaşıkara nasıl olurda son anda geride kalırdı. Oysa o şimdiye kadar çok az yarışı kaybetmiş bir attı.

Ondan başka herkes sigara içiyordu.

Çömeldiği yerden kalktı. Bilet gişesinin önünde duran adama yaklaştı:
"Bir tane sigara verir misiniz?"

Adam onu tepeden tırnağa süzdükten sonra yüzüne tiksinerek baktı.

"Yok sigaram"
"Biraz önce paketi cebine koyarken gördüm."
"Yok kardeşim sigaram!" ve arkasını döndü.

Kaşıkara son umuduydu.
Kaptan Celil'e borcunu ödemesi için fazla vakti kalmamıştı.

Bir anda gözleri aydınlandı. Kararlı ve hızlı adımlarla ilerledi. Yere atılmış yarım izmariti aldı ve eliyle bükülen kısımlarını düzelttikten sonra ağzına götürüp yaktı.

Mutluydu.

Gül Bülbül'ündür...

Bir yavru kartaldı, düşüvermişti yuvasından yemyeşil ovaların ortasına. Yoktu o ovalarda ne bir benzeri ne de bir koruyucusu. Yapayalnız dolaşmaya çalışırken kendi ayaklarının üzerinde, çıkıverdi karşısına alı al, yeşili yeşil, goncası gonca aşkın çiçeği gül!

Kartalın boş değil miydi yüreği, kimsesiz değil miydi korkuları... Tutuluverdi tutunmaya ihtiyacı olduğu dala. Ama o dal ki, gülün narin yaprağını zor taşıyor, incindi, taşıyamadı kartalı. Fakat o kartal ki vazgeçmez kolayına; uzaktan uzağa seyre daldı aşkın çiçeğini hiç bıkıp usanmadan.

Ta ki bir gün bülbül çıkıp gelene kadar...

Bülbülün gülüne kavuştuğu gün, kartalın kıyametinin başına koptuğu gündü. Beyhude yere meydan okumaya çalıştı bülbüle! Bülbül şakıdıkça, o da şakımaya çalıştı. Bülbül minnacık vücudu ile kıvrak danslarını yaptıkça, kartal iri cüssesini ortaya koydu. Ne var ki yapacak bir şey yoktu. Gül bülbülündü, bülbülse gülün. Kartal anlayıncaya kadar bu gerçeği, vazgeçinceye kadar bülbül olma özentisinden, ne güle rahat verdi ne bülbüle.

Aşıktı bülbül kadar. Çaresizdi gönlü kadar. Yalnızdı hiç kimsenin olmadığı kadar. Mecburdu aşka, toprağın yağmura mecbur olduğu kadar.

Derken vakitlerden ne vakitti, sebeplerden ne sebepti bilinmez; kartal kanatlarını çırpmaya başladı.

Öğrendi kudretini, korkutuculuğunu, hayranlık uyandırıcılığını.

Öğrendi ve uçtu kartal.
Bir kartal gibi uçtu.
Bülbülün uçamayacağı kadar yükseklere çıktı.
Eşsiz çığlığını kopardı en tepelerden de, Güle "güle güle" dedi..

Öğrendi, yükseklerin efendisi oydu. Dağlar, tepeler onundu.
Dolayısıyla bir gün KARDELEN de onun oldu.

Ve öğrendi ki; gül bülbülündür, kardelen kartalın!

Sunday, August 13, 2006

Karla karışık yağmur

Pencereye karla karışık yağan yağmur damlaları vurmaya başladı. Ruhunda garip bir çağrışım yaptı bu görüntü. Bir filmi anımsadı. DVD oynatıcısını açtı. Aslında izlediği filmle ilgilendiği yoktu. Fırında pişmekte olan böreğin kokusu onu daha çok düşündürüyordu. Galiba sütünü ve yağını fazla kaçırmıştı. Üzerine yumurta da kırmamıştı. Zaten o yemek yapmaktan ne anlardı ki? Üstelik yemek yapacağım diye bütün mutfağı birbirine katmıştı. Dağınık evin dağınık mutfağına dönüp bakmak bile istemiyordu. Ruhu daraldı. Birine ihityacı vardı. Evin bu halini değiştirecek birine.

Hem ev işleri ile ilgilenecek hem de üzerine titreyecek birini bulsa... Bu kadın aynı zamanda kendine hayran bırakabilecek kadar dikkat çekici olsa, sevmeyi bilse, aynı dili konuşsalar... Yok yok, çok şey istiyordu. Böyle bir kadının ev işlerinden anlamsını beklemek fazla olurdu.

Canı sıkıldı.

Bu koca dağınıklık onu rahatsız ediyordu ama, kalkıp toparlama fikri üşengeç bir sıkılganlığı da beraberinde getiriyordu. Bu atalet ne kadar zamandır üzerindeydi kim bilir? Etrafına şöyle bir göz atmak cesaretinde bulundu.
"Çöplük!" dedi yüksek sesle. Ne kadar gereksiz şey varsa ortalığa saçılmıştı. Hele o, geçen yıl Uludağ'a giderken aldığı kar gözlüğü, acaba 1 yıldır o sehpanın altında duruyor olabilir miydi?

"Ne ararsan var bu koca çöplükte!"

O an fark etti; evde çerçeve yoktu.

Ağlamaya başladı.

Thursday, August 03, 2006

Bir bardak soğuk su

Soğuk su lazım bana
Bir çiçeğin dibine döker gibi
Nazik olmak zorunda bile değilsin

Serinlemek, üşümek iyi gelebilir
Korkma, buzullarda yaşatmak zorunda da değilsin

Sadece sıcaklardan bıktım
Annem küçükken sımsıkı sarardı
Yine de hasta olurdum ama o böyle rahatlardı

Büyüdüğümde ilk işim üstümdeki kazakları yakmak oldu
Şimdi yaktığım ateşin tam ortasındayım

Alevler çok besili
İçinde neler yok ki;
Annemin endişelerini yaktım
Bir de babamın bizi ısıtmak için aldığı şömineyi
Ablamlar da dizlerimi örterdi battaniyelerle
Vücuduma soğuk değmezdi, terden kendine yer bulamazdı

Ben de bir ateş yarattım
Çok olmadı tutuşalı, bak ortasındayım

Ama sıcak çok sıcak!

Beni hasta edecek kadar sıcak!

Bir bardak soğuk su getir
İçmem için değil
Üstüme dökmen için getir

Sen soğuk suyu bul getir,
Gerekirse üstüme kendim dökerim