Wednesday, August 23, 2006

Gül Bülbül'ündür...

Bir yavru kartaldı, düşüvermişti yuvasından yemyeşil ovaların ortasına. Yoktu o ovalarda ne bir benzeri ne de bir koruyucusu. Yapayalnız dolaşmaya çalışırken kendi ayaklarının üzerinde, çıkıverdi karşısına alı al, yeşili yeşil, goncası gonca aşkın çiçeği gül!

Kartalın boş değil miydi yüreği, kimsesiz değil miydi korkuları... Tutuluverdi tutunmaya ihtiyacı olduğu dala. Ama o dal ki, gülün narin yaprağını zor taşıyor, incindi, taşıyamadı kartalı. Fakat o kartal ki vazgeçmez kolayına; uzaktan uzağa seyre daldı aşkın çiçeğini hiç bıkıp usanmadan.

Ta ki bir gün bülbül çıkıp gelene kadar...

Bülbülün gülüne kavuştuğu gün, kartalın kıyametinin başına koptuğu gündü. Beyhude yere meydan okumaya çalıştı bülbüle! Bülbül şakıdıkça, o da şakımaya çalıştı. Bülbül minnacık vücudu ile kıvrak danslarını yaptıkça, kartal iri cüssesini ortaya koydu. Ne var ki yapacak bir şey yoktu. Gül bülbülündü, bülbülse gülün. Kartal anlayıncaya kadar bu gerçeği, vazgeçinceye kadar bülbül olma özentisinden, ne güle rahat verdi ne bülbüle.

Aşıktı bülbül kadar. Çaresizdi gönlü kadar. Yalnızdı hiç kimsenin olmadığı kadar. Mecburdu aşka, toprağın yağmura mecbur olduğu kadar.

Derken vakitlerden ne vakitti, sebeplerden ne sebepti bilinmez; kartal kanatlarını çırpmaya başladı.

Öğrendi kudretini, korkutuculuğunu, hayranlık uyandırıcılığını.

Öğrendi ve uçtu kartal.
Bir kartal gibi uçtu.
Bülbülün uçamayacağı kadar yükseklere çıktı.
Eşsiz çığlığını kopardı en tepelerden de, Güle "güle güle" dedi..

Öğrendi, yükseklerin efendisi oydu. Dağlar, tepeler onundu.
Dolayısıyla bir gün KARDELEN de onun oldu.

Ve öğrendi ki; gül bülbülündür, kardelen kartalın!

No comments: