Ne zamandır dilim sadece kendi kulaklarıma çalışıyor.
Ben boş zamanlarımı sıkılarak geçiririm.
Bugün acaba geçmişimin hangi anısını tazelesem?
Hayal edeceğim bir ümidim kalmamış, nereye gitsem?
Eski zamanlar olsa, şimdiki zamanı merak ederdim.
Bugün merak edecek bir yarınım yok!
Ben yalnız mıyım neyim?
Ben yaşlı mıyım neyim?
Thursday, December 21, 2006
Ben gibisi
Ben gibisi
Sever boğaza karşı martı sesi dinlemeyi
Virane bir iskele üzerinde uzanıp boşvermeyi
Bir sigara yakıp siktiri çekmeyi
"Kendine ihtiyacın var, hadi kızım yüreklen." demeyi
Ben gibisi
O gibilere benzemez
Sıcacık yuvasında kaderin gülmesini beklemez
Gider gıdıklar şansını
Onu güldüremese bile kendi güler yaptığına
Ben gibisi
Korkaktır ayrıca
Kendi beceriksizliğidir en çok ödünü koparan
Kendi kapasitesidir, iflahını kesen
Ben gibisi
Bambaşkadır
Bilinmez
Bana bile benzemez
Sever boğaza karşı martı sesi dinlemeyi
Virane bir iskele üzerinde uzanıp boşvermeyi
Bir sigara yakıp siktiri çekmeyi
"Kendine ihtiyacın var, hadi kızım yüreklen." demeyi
Ben gibisi
O gibilere benzemez
Sıcacık yuvasında kaderin gülmesini beklemez
Gider gıdıklar şansını
Onu güldüremese bile kendi güler yaptığına
Ben gibisi
Korkaktır ayrıca
Kendi beceriksizliğidir en çok ödünü koparan
Kendi kapasitesidir, iflahını kesen
Ben gibisi
Bambaşkadır
Bilinmez
Bana bile benzemez
Çok renkli bir ailede büyüdüm ben. Sevgi olmasa birbirine değmeyecek cümleleri üst üste kurup, ortak paydayı farklı paylara bölerek yaşadık yıllarca. Kimi zaman ağlanacak halimize güldük, kimi zaman yaptığımızın komikliğini fark etmeden yaşadık. Mesela bir ikindi vakti vardı yıllar öncesinden hafızamda kalan, hatırladıkça hala gülerim. :)
İkindi ezanıyla birlikte hacı babamla hacı annemin namaz vakti gelmişti. Önce annem abdest aldı. Salonun en ücra köşesinde, koltukla duvar arasında kalan daracık yere serdi seccadesini. Maksat, kimse rahatsız etmesin, kendisi kimsenin geçişini engellemesin. Ardından babam abdest aldı. Elinde seccade bütün evi dolaştı ve en sonunda annemin namaza durduğu o daracık yerin namaz kılmak için en uygun yer olduğuna karar verdi. Annemden kalan ve ikinci seccadenin aslında sığmadığı yerde namaza durdu. Eğilip kalktıkça birbirlerine çarpar oldular. Annem ilk fırsatta selam verdi ve artık konuşabilecek hale geldi:
"Süleyman koskocaman evde başka yer bulamadın mı namaz kılacak? Eğiliyorum sana çarpıyorum, kalkıyorum sana çarpıyorum."
Sonra kendi de yerinden vazgeçmeyerek namazına kaldığı yerden devam etti. Bu sefer selam verme sırası babama geldi:
"Camide bu kadar yere üç kişi sığıyoruz. Ne olmuş yani? Sus da kıl namazını!"
Annem durur mu? Sadece selam verebilecek ana kadar bekledi:
"Burası cami değil, koskoca ev!"
Babam sırası geldiğinde selam verdi:
"Yahu ne olmuş yani? Ne güzel namazımızı kılıyoruz işte!"
Bense bütün bu olanları seyredip gülmekten ölüyor, olur da aynı anda selam verirlerse ne olabilir diye düşünüyordum.
İkindi ezanıyla birlikte hacı babamla hacı annemin namaz vakti gelmişti. Önce annem abdest aldı. Salonun en ücra köşesinde, koltukla duvar arasında kalan daracık yere serdi seccadesini. Maksat, kimse rahatsız etmesin, kendisi kimsenin geçişini engellemesin. Ardından babam abdest aldı. Elinde seccade bütün evi dolaştı ve en sonunda annemin namaza durduğu o daracık yerin namaz kılmak için en uygun yer olduğuna karar verdi. Annemden kalan ve ikinci seccadenin aslında sığmadığı yerde namaza durdu. Eğilip kalktıkça birbirlerine çarpar oldular. Annem ilk fırsatta selam verdi ve artık konuşabilecek hale geldi:
"Süleyman koskocaman evde başka yer bulamadın mı namaz kılacak? Eğiliyorum sana çarpıyorum, kalkıyorum sana çarpıyorum."
Sonra kendi de yerinden vazgeçmeyerek namazına kaldığı yerden devam etti. Bu sefer selam verme sırası babama geldi:
"Camide bu kadar yere üç kişi sığıyoruz. Ne olmuş yani? Sus da kıl namazını!"
Annem durur mu? Sadece selam verebilecek ana kadar bekledi:
"Burası cami değil, koskoca ev!"
Babam sırası geldiğinde selam verdi:
"Yahu ne olmuş yani? Ne güzel namazımızı kılıyoruz işte!"
Bense bütün bu olanları seyredip gülmekten ölüyor, olur da aynı anda selam verirlerse ne olabilir diye düşünüyordum.
Çünkü annemin kızıyım!!! *#&">#'
Benim sol üst köşesi kırık bir aynam var. Kırık genlerimi her sabah acımasızca gösteren kör bir ayna.. Sen önce kendi kusurlarına bak, dediğim değersiz eşya! Gösteren ama göremeyen. Siyah kenarlı, büyük çerçeve ile aynı duvarı paylaşır. Güzel annemin kusursuzluğunu olanca zerafetiyle gösteren çerçevenin yanında sırıtır. İğreti durur. Bakılası değildir.
Olay günü, yine onun karşısına geçtim. Görmezlikten gelmek için değil, bu sefer uzun uzadıya incelemek için; önce soyundum. Kocaman göbeğimi, çatlaklarla dolu baldırlarımı, sutyene sığmayan göğüslerimi olanca haşmetiyle karşısına diktim.
O da gösterdi.
Beni son derece değersiz gösterdi, göremedi. Bendeki zekayı yansıtacak, kabiliyetlerimi ortaya dökecek, hassas ruhumu sergileyecek kadar ayna değildi!..
Sahip olmakla öğündüğüm hiçbir yönümü orada bulamamak, bulamadığımı aktaramamak... Hele de o çerçevenin aynayla oluşturduğu tezatlığı fark etmek...
Evet hakim bey, önce aynayı paramparça, ben kırdım. Hiç acımadan, bütün soğukkanlılığımla gerçekleştirdim bu eylemi. Bunu takiben çerçeveyi ve içindeki fotoğrafı yaktım. Ne yaptığımın bilincindeydim. Annemi de ben öldürdüm.
Olay günü, yine onun karşısına geçtim. Görmezlikten gelmek için değil, bu sefer uzun uzadıya incelemek için; önce soyundum. Kocaman göbeğimi, çatlaklarla dolu baldırlarımı, sutyene sığmayan göğüslerimi olanca haşmetiyle karşısına diktim.
O da gösterdi.
Beni son derece değersiz gösterdi, göremedi. Bendeki zekayı yansıtacak, kabiliyetlerimi ortaya dökecek, hassas ruhumu sergileyecek kadar ayna değildi!..
Sahip olmakla öğündüğüm hiçbir yönümü orada bulamamak, bulamadığımı aktaramamak... Hele de o çerçevenin aynayla oluşturduğu tezatlığı fark etmek...
Evet hakim bey, önce aynayı paramparça, ben kırdım. Hiç acımadan, bütün soğukkanlılığımla gerçekleştirdim bu eylemi. Bunu takiben çerçeveyi ve içindeki fotoğrafı yaktım. Ne yaptığımın bilincindeydim. Annemi de ben öldürdüm.
Aşklı Hayat
Ben aşklı yaşamayı seçtim;
Bir döndüm işime aşık oldum.
Bir döndüm kendime aşık oldum.
Bir döndüm sana aşık oldum.
Sonra,
Başım döndü.
Şimdi,
Her şey tepe taklak.
Acaba,
Ayağım nereye takıldı?
Bir döndüm işime aşık oldum.
Bir döndüm kendime aşık oldum.
Bir döndüm sana aşık oldum.
Sonra,
Başım döndü.
Şimdi,
Her şey tepe taklak.
Acaba,
Ayağım nereye takıldı?
Ağır geldi
Yükünü yüreğime vurdum
Kendimi yalnızlığa
Bir de yol vardı ayaklarımın altında
Yokuş yukarı gidiyor diye
Yürümedim.
Kendimi yalnızlığa
Bir de yol vardı ayaklarımın altında
Yokuş yukarı gidiyor diye
Yürümedim.
Bana hep böyle gelir;
Kızlar ve oğlanlar, küçüklerken ama çok küçüklerken, eğlenecek olmanın heyecanı ile apartmanın arka avlusuna birlik ve beraberlik içinde koşarlar. Kimi zaman ellerinde bir top olur. Belki de yakar top oynayacaklardır. Beraber, sınırsız, sınırlamasız, ön yargısız. Derken, aniden, oğlan çocuklarından biri yerden bir böcek kapar. Tiksinmeden. Kızlardan birinin gömleğinin içine atar. Gereksiz, şensiz, tatsız, olmasa da olur bir şakadır. Ama sadece şakadır. Kız çocuğu ağlar. Tiksinerek ağlar. Abartılı, kindar, küskün, sanki sadece verilmesi gerektiği için verilen bir tepkidir. Ama sadece tepkidir. İkisi de birbirlerinin yaptıklarına "şaşırır"lar. Çanak çömlek patlar. Bütün eğlencenin heyecanı söner. Dağılırlar. Son kez ellerinde toplarla eğlenmeye koştukları o günden sonra bir daha sadece sevmek ve sevişmek konusunda ortak hareket edebilme zorunluluğu hissederler. Ama sadece hissederler.
Tuesday, December 05, 2006
Bak ne söyleyeceğim!
Avaz avaz susuyorum
Dinliyorsun
Fakat tercümanı yok aramızın
Dinlediğini anlamıyorsun
Kıyamet
Ne felaket
Seviliyorsun
Ne felaket
Seviyorum
Tarumar.
Efendisiydim, hani?
Habire düşürüyorum kelimelerimi yerlere
Kaldırıp kirpiklerimi oynatamıyorum karanlığı yerinden
Gücüm darma duman
Sarsıldım, yorgun saçlarım dalgalanmaz rüzgarda
Ne felaket
Seviyorsun.
...Ve gidip yüreği dar birini seçiyorsun
Bu benim felaketim,
Yürüyorum yalnız.
Bu da senin felaketin,
Onunla yürüyorsun, ama yalnız!
Seviliyorsun
Ne felaket
Seviyorum
Tarumar.
Efendisiydim, hani?
Habire düşürüyorum kelimelerimi yerlere
Kaldırıp kirpiklerimi oynatamıyorum karanlığı yerinden
Gücüm darma duman
Sarsıldım, yorgun saçlarım dalgalanmaz rüzgarda
Ne felaket
Seviyorsun.
...Ve gidip yüreği dar birini seçiyorsun
Bu benim felaketim,
Yürüyorum yalnız.
Bu da senin felaketin,
Onunla yürüyorsun, ama yalnız!
Üstü kalsın
Biraz cesaret ısmarladım
Kalbimin saklısının doğumuna özel
Ürkek, titrek bir vapur dumanı gibi
Görünmez, aranmaz, uçucu olmaktan ziyade...
Olmalıydı.
Görmeliydin;
Yüklüydü yüreğim.
Yüklüydü cümlelerim.
Ve son...
Ve iki...
Ve üç...
Sayım durur durmaz,
Dilim çözülür çözülmez,
Gözlerin görür görmez,
Deyiverdim; "Seni seviyorum."
Olanca yankısı geri geldi ayyuktan sesimin
Cevap olarak; "Ben de seni." demedin.
Kalbimin saklısının doğumuna özel
Ürkek, titrek bir vapur dumanı gibi
Görünmez, aranmaz, uçucu olmaktan ziyade...
Olmalıydı.
Görmeliydin;
Yüklüydü yüreğim.
Yüklüydü cümlelerim.
Ve son...
Ve iki...
Ve üç...
Sayım durur durmaz,
Dilim çözülür çözülmez,
Gözlerin görür görmez,
Deyiverdim; "Seni seviyorum."
Olanca yankısı geri geldi ayyuktan sesimin
Cevap olarak; "Ben de seni." demedin.
Monday, December 04, 2006
Dante tam üstüne basmış;
"Başkalarının ekmeği acı,
başkalarının merdivenlerinden çıkmak eziyetlidir."
başkalarının merdivenlerinden çıkmak eziyetlidir."
Sobe
Onu sobeledim
Beni sergiledim
Seni sevgiledim
Bir de baktım ki;
Ebe de benim
Serzeniş de benim
Sensiz olan da benim
Beni sergiledim
Seni sevgiledim
Bir de baktım ki;
Ebe de benim
Serzeniş de benim
Sensiz olan da benim
Thursday, August 31, 2006
Aşka ait değilsin
Sen aşka ait değilsin
Bir yaşam seçmişsin kendin için
Yüzeysel mutluluklar içinde
derin acılara gebesin
Sen aşkın malı değilsin
Kalbin doludizgin gitsin, bırakmazsın
Bir hasrete gecelerce esir olup
Vuslata kendini adamazsın
Sen aşkın adamı değilsin
Bir buket çiçek eğreti durur elinde
Seviyorum demeler pelesenktir diline
Kim diye değil, ne diye bakarsın bedenlere
Her kadın ayrı vücut, her ilişki aynı sonuçtur
İyi de...
Sen aşkın adamı değilsen, bundan bana ne?
Bir yaşam seçmişsin kendin için
Yüzeysel mutluluklar içinde
derin acılara gebesin
Sen aşkın malı değilsin
Kalbin doludizgin gitsin, bırakmazsın
Bir hasrete gecelerce esir olup
Vuslata kendini adamazsın
Sen aşkın adamı değilsin
Bir buket çiçek eğreti durur elinde
Seviyorum demeler pelesenktir diline
Kim diye değil, ne diye bakarsın bedenlere
Her kadın ayrı vücut, her ilişki aynı sonuçtur
İyi de...
Sen aşkın adamı değilsen, bundan bana ne?
Saturday, August 26, 2006
SENSİN DELİ!
Ben deli değilim. Sadece akıllı da değilim o kadar.
Kurduğum hayalleri gerçek sanıyorsam ne olmuş? Bütün herkes, kendi hayallerini gerçekleştirmeye çalışmıyor mu? Benim hayaleri gerçek kılma yolum sizinkinden farklı olabilir ama daha etkili. Gerçek olmasını istediğim her şey gerçek benim için. Senin hiç eski şato eşyaları ile döşenmiş bir odan oldu mu? Olmamıştır ve olamayacaktır. Ama benim var.
Sen, akıllıca, hayallerinin peşinden boşuboşuna koşturmaya ve hayatını bu uğurda harcamaya devam et. Sanki harcadığın hayatının ve zamanının karşılığını alman garantiymiş gibi... Zaman da hayaller kadar önemli değil mi oysa ki? Niye biri için diğerini heba ediyorsun? Ben böyle bir akıllılıkla zaman harcamıyorum. İstiyorum, oluyor.
---------------------------------------------------------------------------
Düzgün cümleleri kurabilseydi böyle söylemek isterdi eminim; ama, esas konuşma aşağıdaki gibi gerçekleşti:
----------------------------------------------------------------------------
Geçen gün bu konuyu Cumhurbaşkanı ile de konuştum. Kendisi benim yakın arkadaşımdır. Bak dikkat et, 'arkadaş' diyorum. Arkadaşlık ne kadar önemli bir kavramdır bilir misin sen? Ne zaman başı sıkışsa, koşarım ben onun yardımına. Hiç yanlız bırakmam. Çünkü aynı zamanda bulunmaz bir sırdaşımdır.
Evet! Evet! Sırlar...
Sırlar da önemlidir. Her sır kendine uygun olan insanı kendisi seçer. Komşu kızı Mücella'nın da dediği gibi;
"Yürü kim tutar seni!!"
Evet... Bana bir keresinde böyle söylemişti. Sırlar önemlidir. Mücella da önemli benim için. Bana dedi ki;
"Yürü kim tutar seni!"
O da benim arkadaşımdır. Ama onu hiç Cumhutbaşkanı ile tanıştırmadım. Çünkü Mücella benim en büyük sırrımdır.
Aramızda kalsın, kendisi benim sevgilim oluyor.
Kurduğum hayalleri gerçek sanıyorsam ne olmuş? Bütün herkes, kendi hayallerini gerçekleştirmeye çalışmıyor mu? Benim hayaleri gerçek kılma yolum sizinkinden farklı olabilir ama daha etkili. Gerçek olmasını istediğim her şey gerçek benim için. Senin hiç eski şato eşyaları ile döşenmiş bir odan oldu mu? Olmamıştır ve olamayacaktır. Ama benim var.
Sen, akıllıca, hayallerinin peşinden boşuboşuna koşturmaya ve hayatını bu uğurda harcamaya devam et. Sanki harcadığın hayatının ve zamanının karşılığını alman garantiymiş gibi... Zaman da hayaller kadar önemli değil mi oysa ki? Niye biri için diğerini heba ediyorsun? Ben böyle bir akıllılıkla zaman harcamıyorum. İstiyorum, oluyor.
---------------------------------------------------------------------------
Düzgün cümleleri kurabilseydi böyle söylemek isterdi eminim; ama, esas konuşma aşağıdaki gibi gerçekleşti:
----------------------------------------------------------------------------
Geçen gün bu konuyu Cumhurbaşkanı ile de konuştum. Kendisi benim yakın arkadaşımdır. Bak dikkat et, 'arkadaş' diyorum. Arkadaşlık ne kadar önemli bir kavramdır bilir misin sen? Ne zaman başı sıkışsa, koşarım ben onun yardımına. Hiç yanlız bırakmam. Çünkü aynı zamanda bulunmaz bir sırdaşımdır.
Evet! Evet! Sırlar...
Sırlar da önemlidir. Her sır kendine uygun olan insanı kendisi seçer. Komşu kızı Mücella'nın da dediği gibi;
"Yürü kim tutar seni!!"
Evet... Bana bir keresinde böyle söylemişti. Sırlar önemlidir. Mücella da önemli benim için. Bana dedi ki;
"Yürü kim tutar seni!"
O da benim arkadaşımdır. Ama onu hiç Cumhutbaşkanı ile tanıştırmadım. Çünkü Mücella benim en büyük sırrımdır.
Aramızda kalsın, kendisi benim sevgilim oluyor.
Wednesday, August 23, 2006
Hayatta "KALMAK"
Okul sıralarından beri bu hep böyle giderdi. Sınıfta kaldığı gibi, hayatta da kalanlardandı o! Ona takan hocaları, başarısız geçen sınavları, bilmediği sorular sorulan sözlüleri vardı. Ama o sınıfta kalmalara hiç aldırmamış biri olarak, hayatındaki bütünlemelere de çalışmazdı.
Bir tane sigaraya ihtiyacı vardı. Tek nefeslik bile olsa yeter diye düşündü. Kalabalığın içinde yalpalayarak yürüdükten sonra, bir duvarın dibine çömeldi.
Bir tane sigara...
Ne evde ona sabah-akşam beddua eden karısını ne de okula gidemeyen çocuklarını düşünüyordu. 9 numaralı Kaşıkara nasıl olurda son anda geride kalırdı. Oysa o şimdiye kadar çok az yarışı kaybetmiş bir attı.
Ondan başka herkes sigara içiyordu.
Çömeldiği yerden kalktı. Bilet gişesinin önünde duran adama yaklaştı:
"Bir tane sigara verir misiniz?"
Adam onu tepeden tırnağa süzdükten sonra yüzüne tiksinerek baktı.
"Yok sigaram"
"Biraz önce paketi cebine koyarken gördüm."
"Yok kardeşim sigaram!" ve arkasını döndü.
Kaşıkara son umuduydu.
Kaptan Celil'e borcunu ödemesi için fazla vakti kalmamıştı.
Bir anda gözleri aydınlandı. Kararlı ve hızlı adımlarla ilerledi. Yere atılmış yarım izmariti aldı ve eliyle bükülen kısımlarını düzelttikten sonra ağzına götürüp yaktı.
Mutluydu.
Bir tane sigaraya ihtiyacı vardı. Tek nefeslik bile olsa yeter diye düşündü. Kalabalığın içinde yalpalayarak yürüdükten sonra, bir duvarın dibine çömeldi.
Bir tane sigara...
Ne evde ona sabah-akşam beddua eden karısını ne de okula gidemeyen çocuklarını düşünüyordu. 9 numaralı Kaşıkara nasıl olurda son anda geride kalırdı. Oysa o şimdiye kadar çok az yarışı kaybetmiş bir attı.
Ondan başka herkes sigara içiyordu.
Çömeldiği yerden kalktı. Bilet gişesinin önünde duran adama yaklaştı:
"Bir tane sigara verir misiniz?"
Adam onu tepeden tırnağa süzdükten sonra yüzüne tiksinerek baktı.
"Yok sigaram"
"Biraz önce paketi cebine koyarken gördüm."
"Yok kardeşim sigaram!" ve arkasını döndü.
Kaşıkara son umuduydu.
Kaptan Celil'e borcunu ödemesi için fazla vakti kalmamıştı.
Bir anda gözleri aydınlandı. Kararlı ve hızlı adımlarla ilerledi. Yere atılmış yarım izmariti aldı ve eliyle bükülen kısımlarını düzelttikten sonra ağzına götürüp yaktı.
Mutluydu.
Gül Bülbül'ündür...
Bir yavru kartaldı, düşüvermişti yuvasından yemyeşil ovaların ortasına. Yoktu o ovalarda ne bir benzeri ne de bir koruyucusu. Yapayalnız dolaşmaya çalışırken kendi ayaklarının üzerinde, çıkıverdi karşısına alı al, yeşili yeşil, goncası gonca aşkın çiçeği gül!
Kartalın boş değil miydi yüreği, kimsesiz değil miydi korkuları... Tutuluverdi tutunmaya ihtiyacı olduğu dala. Ama o dal ki, gülün narin yaprağını zor taşıyor, incindi, taşıyamadı kartalı. Fakat o kartal ki vazgeçmez kolayına; uzaktan uzağa seyre daldı aşkın çiçeğini hiç bıkıp usanmadan.
Ta ki bir gün bülbül çıkıp gelene kadar...
Bülbülün gülüne kavuştuğu gün, kartalın kıyametinin başına koptuğu gündü. Beyhude yere meydan okumaya çalıştı bülbüle! Bülbül şakıdıkça, o da şakımaya çalıştı. Bülbül minnacık vücudu ile kıvrak danslarını yaptıkça, kartal iri cüssesini ortaya koydu. Ne var ki yapacak bir şey yoktu. Gül bülbülündü, bülbülse gülün. Kartal anlayıncaya kadar bu gerçeği, vazgeçinceye kadar bülbül olma özentisinden, ne güle rahat verdi ne bülbüle.
Aşıktı bülbül kadar. Çaresizdi gönlü kadar. Yalnızdı hiç kimsenin olmadığı kadar. Mecburdu aşka, toprağın yağmura mecbur olduğu kadar.
Derken vakitlerden ne vakitti, sebeplerden ne sebepti bilinmez; kartal kanatlarını çırpmaya başladı.
Öğrendi kudretini, korkutuculuğunu, hayranlık uyandırıcılığını.
Öğrendi ve uçtu kartal.
Bir kartal gibi uçtu.
Bülbülün uçamayacağı kadar yükseklere çıktı.
Eşsiz çığlığını kopardı en tepelerden de, Güle "güle güle" dedi..
Öğrendi, yükseklerin efendisi oydu. Dağlar, tepeler onundu.
Dolayısıyla bir gün KARDELEN de onun oldu.
Ve öğrendi ki; gül bülbülündür, kardelen kartalın!
Kartalın boş değil miydi yüreği, kimsesiz değil miydi korkuları... Tutuluverdi tutunmaya ihtiyacı olduğu dala. Ama o dal ki, gülün narin yaprağını zor taşıyor, incindi, taşıyamadı kartalı. Fakat o kartal ki vazgeçmez kolayına; uzaktan uzağa seyre daldı aşkın çiçeğini hiç bıkıp usanmadan.
Ta ki bir gün bülbül çıkıp gelene kadar...
Bülbülün gülüne kavuştuğu gün, kartalın kıyametinin başına koptuğu gündü. Beyhude yere meydan okumaya çalıştı bülbüle! Bülbül şakıdıkça, o da şakımaya çalıştı. Bülbül minnacık vücudu ile kıvrak danslarını yaptıkça, kartal iri cüssesini ortaya koydu. Ne var ki yapacak bir şey yoktu. Gül bülbülündü, bülbülse gülün. Kartal anlayıncaya kadar bu gerçeği, vazgeçinceye kadar bülbül olma özentisinden, ne güle rahat verdi ne bülbüle.
Aşıktı bülbül kadar. Çaresizdi gönlü kadar. Yalnızdı hiç kimsenin olmadığı kadar. Mecburdu aşka, toprağın yağmura mecbur olduğu kadar.
Derken vakitlerden ne vakitti, sebeplerden ne sebepti bilinmez; kartal kanatlarını çırpmaya başladı.
Öğrendi kudretini, korkutuculuğunu, hayranlık uyandırıcılığını.
Öğrendi ve uçtu kartal.
Bir kartal gibi uçtu.
Bülbülün uçamayacağı kadar yükseklere çıktı.
Eşsiz çığlığını kopardı en tepelerden de, Güle "güle güle" dedi..
Öğrendi, yükseklerin efendisi oydu. Dağlar, tepeler onundu.
Dolayısıyla bir gün KARDELEN de onun oldu.
Ve öğrendi ki; gül bülbülündür, kardelen kartalın!
Sunday, August 13, 2006
Karla karışık yağmur
Pencereye karla karışık yağan yağmur damlaları vurmaya başladı. Ruhunda garip bir çağrışım yaptı bu görüntü. Bir filmi anımsadı. DVD oynatıcısını açtı. Aslında izlediği filmle ilgilendiği yoktu. Fırında pişmekte olan böreğin kokusu onu daha çok düşündürüyordu. Galiba sütünü ve yağını fazla kaçırmıştı. Üzerine yumurta da kırmamıştı. Zaten o yemek yapmaktan ne anlardı ki? Üstelik yemek yapacağım diye bütün mutfağı birbirine katmıştı. Dağınık evin dağınık mutfağına dönüp bakmak bile istemiyordu. Ruhu daraldı. Birine ihityacı vardı. Evin bu halini değiştirecek birine.
Hem ev işleri ile ilgilenecek hem de üzerine titreyecek birini bulsa... Bu kadın aynı zamanda kendine hayran bırakabilecek kadar dikkat çekici olsa, sevmeyi bilse, aynı dili konuşsalar... Yok yok, çok şey istiyordu. Böyle bir kadının ev işlerinden anlamsını beklemek fazla olurdu.
Canı sıkıldı.
Bu koca dağınıklık onu rahatsız ediyordu ama, kalkıp toparlama fikri üşengeç bir sıkılganlığı da beraberinde getiriyordu. Bu atalet ne kadar zamandır üzerindeydi kim bilir? Etrafına şöyle bir göz atmak cesaretinde bulundu.
"Çöplük!" dedi yüksek sesle. Ne kadar gereksiz şey varsa ortalığa saçılmıştı. Hele o, geçen yıl Uludağ'a giderken aldığı kar gözlüğü, acaba 1 yıldır o sehpanın altında duruyor olabilir miydi?
"Ne ararsan var bu koca çöplükte!"
O an fark etti; evde çerçeve yoktu.
Ağlamaya başladı.
Hem ev işleri ile ilgilenecek hem de üzerine titreyecek birini bulsa... Bu kadın aynı zamanda kendine hayran bırakabilecek kadar dikkat çekici olsa, sevmeyi bilse, aynı dili konuşsalar... Yok yok, çok şey istiyordu. Böyle bir kadının ev işlerinden anlamsını beklemek fazla olurdu.
Canı sıkıldı.
Bu koca dağınıklık onu rahatsız ediyordu ama, kalkıp toparlama fikri üşengeç bir sıkılganlığı da beraberinde getiriyordu. Bu atalet ne kadar zamandır üzerindeydi kim bilir? Etrafına şöyle bir göz atmak cesaretinde bulundu.
"Çöplük!" dedi yüksek sesle. Ne kadar gereksiz şey varsa ortalığa saçılmıştı. Hele o, geçen yıl Uludağ'a giderken aldığı kar gözlüğü, acaba 1 yıldır o sehpanın altında duruyor olabilir miydi?
"Ne ararsan var bu koca çöplükte!"
O an fark etti; evde çerçeve yoktu.
Ağlamaya başladı.
Thursday, August 03, 2006
Bir bardak soğuk su
Soğuk su lazım bana
Bir çiçeğin dibine döker gibi
Nazik olmak zorunda bile değilsin
Serinlemek, üşümek iyi gelebilir
Korkma, buzullarda yaşatmak zorunda da değilsin
Sadece sıcaklardan bıktım
Annem küçükken sımsıkı sarardı
Yine de hasta olurdum ama o böyle rahatlardı
Büyüdüğümde ilk işim üstümdeki kazakları yakmak oldu
Şimdi yaktığım ateşin tam ortasındayım
Alevler çok besili
İçinde neler yok ki;
Annemin endişelerini yaktım
Bir de babamın bizi ısıtmak için aldığı şömineyi
Ablamlar da dizlerimi örterdi battaniyelerle
Vücuduma soğuk değmezdi, terden kendine yer bulamazdı
Ben de bir ateş yarattım
Çok olmadı tutuşalı, bak ortasındayım
Ama sıcak çok sıcak!
Beni hasta edecek kadar sıcak!
Bir bardak soğuk su getir
İçmem için değil
Üstüme dökmen için getir
Sen soğuk suyu bul getir,
Gerekirse üstüme kendim dökerim
Bir çiçeğin dibine döker gibi
Nazik olmak zorunda bile değilsin
Serinlemek, üşümek iyi gelebilir
Korkma, buzullarda yaşatmak zorunda da değilsin
Sadece sıcaklardan bıktım
Annem küçükken sımsıkı sarardı
Yine de hasta olurdum ama o böyle rahatlardı
Büyüdüğümde ilk işim üstümdeki kazakları yakmak oldu
Şimdi yaktığım ateşin tam ortasındayım
Alevler çok besili
İçinde neler yok ki;
Annemin endişelerini yaktım
Bir de babamın bizi ısıtmak için aldığı şömineyi
Ablamlar da dizlerimi örterdi battaniyelerle
Vücuduma soğuk değmezdi, terden kendine yer bulamazdı
Ben de bir ateş yarattım
Çok olmadı tutuşalı, bak ortasındayım
Ama sıcak çok sıcak!
Beni hasta edecek kadar sıcak!
Bir bardak soğuk su getir
İçmem için değil
Üstüme dökmen için getir
Sen soğuk suyu bul getir,
Gerekirse üstüme kendim dökerim
Saturday, July 29, 2006
AY
Geceleri ayı izledin mi sen?
Ben her gece izledim seni düşünürken
Uzansam sanki dokunabilecekmişim gibi durur
Ama asla erişemem ona
O da tıpkı senin gibi
Ben her gece izledim seni düşünürken
Uzansam sanki dokunabilecekmişim gibi durur
Ama asla erişemem ona
O da tıpkı senin gibi
Tuesday, July 25, 2006
İntihar Mektubu
SÜRPRİZZZZ! BEN ÖLDÜM…
Seni şaşırtmayı hep sevmişimdir anne! Ne olurdu sanki eşyalarımın yerini hiç değiştirmeseydin, derleyip toplamaya kalkmasaydın? En sevdiğim elbisemi bulamadan ölüyorum işte! Hani şu beyaz olanı... Rengi duruma uygun olduğundan, kefen gibi onu giyecektim, olmadı. Bıktım senin şu düzen takıntından. Neyse... Sen şimdi benim bu yüzden intihar ettiğimi sanmak gibi bir yanılgıya düşersin; alakası yok!
Ayrıca anne, benim Paris'ten aldığım, senin fiyatı duyunca çıldırdığın şu saatim var ya, ona aslında sana söylediğimin iki katı ödedim. Hah ne oldu şimdi? Çok mu önemliymiş yani? Paramı biriktirip de ne yapacaktım ki, şimdi benimle birlikte bankadaki hesabımı da mı gömecektiniz? Ama şimdi bak, kız kardeşime ne kadar güzel bir gardrop bırakıyorum. Kırk yıl alışveriş yapsa, bu kadar tarz şeyler seçemezdi o zevksiz. Aman pardon, biricik yavruna ne dedim! Uğraşmayayım senin gurur kaynağınla. Biliyorum, benim ölümümde bile onu düşüneceksin sen. Tavsiye verme fırsatını kaçırmayacaksın “Bak ablana hayyatta o kadar çok şeyi tüketti ki sıra kendine geldi. O yüzden intihar etti.” diyeceksin. Ben gidince ona daha sıkı sarılıp, aranızdaki sevgi bağını güçlendirmeye bile çalışırsın.
Seni şaşırtmayı hep sevmişimdir anne! Ne olurdu sanki eşyalarımın yerini hiç değiştirmeseydin, derleyip toplamaya kalkmasaydın? En sevdiğim elbisemi bulamadan ölüyorum işte! Hani şu beyaz olanı... Rengi duruma uygun olduğundan, kefen gibi onu giyecektim, olmadı. Bıktım senin şu düzen takıntından. Neyse... Sen şimdi benim bu yüzden intihar ettiğimi sanmak gibi bir yanılgıya düşersin; alakası yok!
Ayrıca anne, benim Paris'ten aldığım, senin fiyatı duyunca çıldırdığın şu saatim var ya, ona aslında sana söylediğimin iki katı ödedim. Hah ne oldu şimdi? Çok mu önemliymiş yani? Paramı biriktirip de ne yapacaktım ki, şimdi benimle birlikte bankadaki hesabımı da mı gömecektiniz? Ama şimdi bak, kız kardeşime ne kadar güzel bir gardrop bırakıyorum. Kırk yıl alışveriş yapsa, bu kadar tarz şeyler seçemezdi o zevksiz. Aman pardon, biricik yavruna ne dedim! Uğraşmayayım senin gurur kaynağınla. Biliyorum, benim ölümümde bile onu düşüneceksin sen. Tavsiye verme fırsatını kaçırmayacaksın “Bak ablana hayyatta o kadar çok şeyi tüketti ki sıra kendine geldi. O yüzden intihar etti.” diyeceksin. Ben gidince ona daha sıkı sarılıp, aranızdaki sevgi bağını güçlendirmeye bile çalışırsın.
Aman ne iyi anne!
Hadi durma, bu olaydan ders almasını sağla. Benim
gibi duygusuz, ahlaksız, arsız, kendini bilmez yaşamasını engellemek için bir
fırsat sana. Hani ben öyleyim ya senin gözünde!.. Benim sevgilim Metin’i bile
bana değil, ona layık gördüğünü, Metin’in bana olan aşkına üzüldüğünü fark
etmedim sanki! Alın Metin de sizin olsun!
Metin demişken… Metin, orada olduğunu ve annemlerle bu mektubu okuduğunu biliyorum. Sana da söyleyeceklerim var.
Metin! Aşk sadece bir duygu, diğer duygular gibi. Gelip geçer, değişir biter, bittiğinde yeniden başlar falan filan. Uyan! Ondan daha fazlasını bekleme. Giderayak sana verebileceğim tavsiye, aç gözlerini. Sana hamile olduğumu söylemiştim ya, yalandı. Dolayısıyla kürtaj olduğum da yalandı. Bir kere hamileysem bile, çocuğun senden olduğuna nasıl emin olabildin ki? Yani hiç mi aklına gelmedi başkasından olabileceği, hiç mi bir şey sezmedin ilişkimiz boyunca! Bir de evlilik teklif ettin; yok daha neler! En çok da kürtaj olduğumu söylediğimde, üzülüp kendini perişan etmene güldüm. Neymiş efendim, çocuğunu öldürmüşmüşüm! Hadi senden baba olur da, hiç benden anne olabilir mi sence? Hıçkırıklarının arasında neden diye sorduğunu duyar gibiyim, çünkü sana yalan söylemek çok kolaydı. Bana o kadar inandın ki kendi gerçeğini şaşırdın. Bütün bu itiraflardan sonra bile arkamdan bana üzülüp ağlamaya kalkacaksan, sen bilirsin. İnan hiç şaşırmam, öbür taraftan zavallılığına gülerim sadece!
Offf sıkıldım size veda mektubu yazmaktan.
Ölmeye karar verdim, öleceğim işte!
Metin demişken… Metin, orada olduğunu ve annemlerle bu mektubu okuduğunu biliyorum. Sana da söyleyeceklerim var.
Metin! Aşk sadece bir duygu, diğer duygular gibi. Gelip geçer, değişir biter, bittiğinde yeniden başlar falan filan. Uyan! Ondan daha fazlasını bekleme. Giderayak sana verebileceğim tavsiye, aç gözlerini. Sana hamile olduğumu söylemiştim ya, yalandı. Dolayısıyla kürtaj olduğum da yalandı. Bir kere hamileysem bile, çocuğun senden olduğuna nasıl emin olabildin ki? Yani hiç mi aklına gelmedi başkasından olabileceği, hiç mi bir şey sezmedin ilişkimiz boyunca! Bir de evlilik teklif ettin; yok daha neler! En çok da kürtaj olduğumu söylediğimde, üzülüp kendini perişan etmene güldüm. Neymiş efendim, çocuğunu öldürmüşmüşüm! Hadi senden baba olur da, hiç benden anne olabilir mi sence? Hıçkırıklarının arasında neden diye sorduğunu duyar gibiyim, çünkü sana yalan söylemek çok kolaydı. Bana o kadar inandın ki kendi gerçeğini şaşırdın. Bütün bu itiraflardan sonra bile arkamdan bana üzülüp ağlamaya kalkacaksan, sen bilirsin. İnan hiç şaşırmam, öbür taraftan zavallılığına gülerim sadece!
Offf sıkıldım size veda mektubu yazmaktan.
Ölmeye karar verdim, öleceğim işte!
Polislere
not:
Ölümümden kimse sorumlu değildir. Hayatta ne yaşayacağıma kendim karar verdiğim
gibi, ölmeye de kendim karar verdim. Sizin gibi başkasının izni olmadan adım
atamaya korkanlar bunu anlayamaz. Oturup sabahtan akşama kadar paparazi
programı seyredip, beni görünce uzaylı görmüş gibi arkasını dönüp gidenler var.
Belki de böyle yaşamaya sıkıldım kim bilir?
(Avrasya
Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi,
Thursday, July 20, 2006
Wednesday, June 14, 2006
Sokak sokak
Hayat kaybolmuş gibi
Bir köşede kalmış, aranan ama bulunamayan
Bulunduğunda artık işe yaramayacak olan
Görünmeyen, ulu ortada...
Hayat, ağlamak gibi
İçten gelerek koyverdiğinde
İnsanı haksızca küçük düşüren
Hayat aşık olmaya yüz tutmak gibi
Sevdin mi, sevecek misin, sevmeli misin
Her şeyi sorgulayıp durduğun bir dönem karmaşası
Bir ara anladım ki, hayat ben gibi
O ben gibi de...
Ben, ben gibi değilim.
İsmim Hatice değil gibi
Yaşadığım, hayat gibi ama
Hayat da ölüm gibi
Hem sonsuz hem de sonlarla dolu!
Ne kadar vahim ki, ben ben gibi değilim.
Çünkü ben, ben olmaya çalıştığımda; benim gibi birinin olamayacağına karar verdim.
Şimdi sokak sokak ben olmayacak beni arıyorum,
Bu hayatın hayat gibi olması için...
Girdiğim sokaklarda kayboluyorum,
Birilerinin beni bulması için...
Aşka gülüp geçiyorum,
Ben ona güldükçe onun bana kafa tutması için..
Gün geçtikçe ölüyorum,
Yaşamak bu olduğu için!
Bir köşede kalmış, aranan ama bulunamayan
Bulunduğunda artık işe yaramayacak olan
Görünmeyen, ulu ortada...
Hayat, ağlamak gibi
İçten gelerek koyverdiğinde
İnsanı haksızca küçük düşüren
Hayat aşık olmaya yüz tutmak gibi
Sevdin mi, sevecek misin, sevmeli misin
Her şeyi sorgulayıp durduğun bir dönem karmaşası
Bir ara anladım ki, hayat ben gibi
O ben gibi de...
Ben, ben gibi değilim.
İsmim Hatice değil gibi
Yaşadığım, hayat gibi ama
Hayat da ölüm gibi
Hem sonsuz hem de sonlarla dolu!
Ne kadar vahim ki, ben ben gibi değilim.
Çünkü ben, ben olmaya çalıştığımda; benim gibi birinin olamayacağına karar verdim.
Şimdi sokak sokak ben olmayacak beni arıyorum,
Bu hayatın hayat gibi olması için...
Girdiğim sokaklarda kayboluyorum,
Birilerinin beni bulması için...
Aşka gülüp geçiyorum,
Ben ona güldükçe onun bana kafa tutması için..
Gün geçtikçe ölüyorum,
Yaşamak bu olduğu için!
Sunday, June 11, 2006
İmkansız aşk!
"Kolay değildi!"
"Üzülmeni istemedim."
"Görmüyor musun, üzülüyorum. Oysa sen yanımda olsan hayatın hiçbir şartı bu kadar yıkıcı olmazdı!"
"Hayır görmüyorum. Hayatını devam ettiriyorsun işte! Sanki ele avuca sığmaz gibi, hiçbir şeyi umursamaz gibi, hiç aşk acısı yaşamıyor gibi, yaşıyorsun."
"Yıkılırsam, bana dönmen imkansızlaşır. Yıkılırsam, bunun sorumlusu olarak kendini görür, benden daha çok uzaklaşırsın. Yıkılırsam, seninle olabilmenin sorumluluğunu da kaldıramayacağımı düşünürsün. Oysa ben göstermeye çalışıyorum."
"Neyi?"
"Korktuğun gibi, kolay kolay yıkılmayacağımı. Sen yokken de yıkılmam, sen hayatıma girsen de yıkılmam."
"Ben de düşünmüştüm ki, aşkı ve aşk acısını kendine yakıştırmadığın için ya da bana nispet yapmak için rollerden kendine umursamazlığı seçtin."
"Yanlış. Bana aşık olman için uğraşıyorum."
"Sana aşığım."
"Peki, nedir kendi oluşturduğun bu imkansızlığa takılman?"
"Durumumu biliyorsun. Birbirimizi sevmemiz birlikte olunca mutlu olacağımız anlamına gelmiyor."
"Bana durumundan bahsetme! Unuttun mu? Beni sen seçmedin! Ben seni seçtim. Bile isteye!"
"Ahmet! Lütfen! Benim mahkum, bağımlı bir yaşamım var. Açık havada seninle el ele yürüyebilmek bile imkansız benim için."
"Benim de bağımlı bir yaşamım var. Ben de sana bağımlıyım."
"Sana yakınlaşan, senin de yakınlaştığın o kıza ne oldu?"
"Ne yakınlaşması? Ben seni hiç aldatmadım. Çıkar aklından bunu! Sana ulaşmaya çalışırken sadece yanlış numara çevirmişim."
"Cep telefonundaki mesajları okudum."
"Çocuk musun sen? O kadar cinsiyetsiz kelimelerdi ki onlar. Onları senden saklamaya bile gerek görmedim."
"Seni suçlayan yok. Kendimi senden uzaklaştıran bendim."
"Yapma bunu. Gerek yok."
"Beni korkutuyorsun. Seni gördükçe eksikliklerim beni rahatsız ediyor."
"Oysa ben seni benim eksikliklerimi kapattığın için seviyorum. Eksiklerimin ne kadar çok olduğunu fark ettiğimden de en güzel elbiselerimle gözlerini kamaştırmaya çalışıyorum. Sadece beni sev, bana aşık ol, beni takdir et diye! Korkman için değil, kendimi beğendiğim için hiç değil. Bütün eksiklerimi gözlerinin önüne bir anda sererim. Eğer bu seni mutlu kılacaksa, bütün yanlışlarımı gösteririm."
"Senden böyle bir şey istemiyorum."
"İstemediğini biliyorum ama ihtiyacın var."
"Bu söylediğin çok kırıcı oldu işte!"
"Belki benim de senin eksikliklerine ihtiyacım vardır. Bu hiç aklına gelmiyor mu?"
"Ahmet benim eksikliklerim seni yorar."
"Benimkiler de seni yoruyormuş ya! Ödeşiriz işte:) Hem sen hiç puzzel parçası görmedin mi? Girintileri ve çıkıntıları birbirlerini örttüğü için bir parça haline gelebiliyorlar!"
"Senin benden uzaklaşman için daha ne yapmalıyım. Yeterince canını yakmadım mı sanki?"
"Sen benim canımı hiç yakmadın. Kendini benden sakındığında bile, özlemindi benim canımı yakan, sen değil."
"O özlemi ben yarattım işte. Çünkü yaratmak zorunda kaldım."
"Beni böylesi sevmen çok hoşuma gidiyor."
"Ne olur uzaklaş benden. Ben eksik bir insanım. Benimleyken sen de eksik kalacaksın. Ben asla yürüyemeyeceğim."
"Yürümeni beklemiyorum. Keşke yürüyebilseydin. Keşke bu felci hiç yaşamasaydın. Ama ben seni böyle olduğun gibi kabul ettikten sonra, sana ne oluyor? Hangi hakla beni düşünmeye kalkıp canımı yakıyorsun. Hangi mantıktan yola çıkarak senden uzakta olunca mutlu olacağımı düşünebilirsin. Ya seninleyken daha mutlu oluyorsam? Bunu benden daha iyi bilebilir misin?"
"Ya bu hissettiklerin geçici bir şeyse!"
"O zaman arkasından gelecek olan mutsuzluk da geçici olur. Neden bu kadar korkuyorsun? Neden hislerime güvenmiyorsun. Madem seni sevdiğime güvenmiyorsun, neden beni üzmekten korkuyorsun?"
"Belki de kendi hislerimden korkuyorumdur."
"Bence de."
"Belki sana karşı güçlü şeyler hissedip, sonra senin için "Tamam sevgili" olamamak beni daha çok yaralayacaktır?"
"Ben hayatta hiçbir şeyin imkansız olduğuna inanmazdım. İstediğim her neyse, inatla, azimle, çaba ile günün birinde yapacağıma inanırdım. Oysa sen imkansızsın.
İmkansızlığın, özründen kaynaklanmıyor. Bununla çok kolay başa çıkabilirim. İmkansızlığın, senin bu aşkı imkansız görmenden kaynaklanıyor. İşte bununla başa çıkamam Filiz! Lütfen biraz daha düşün."
"Üzülmeni istemedim."
"Görmüyor musun, üzülüyorum. Oysa sen yanımda olsan hayatın hiçbir şartı bu kadar yıkıcı olmazdı!"
"Hayır görmüyorum. Hayatını devam ettiriyorsun işte! Sanki ele avuca sığmaz gibi, hiçbir şeyi umursamaz gibi, hiç aşk acısı yaşamıyor gibi, yaşıyorsun."
"Yıkılırsam, bana dönmen imkansızlaşır. Yıkılırsam, bunun sorumlusu olarak kendini görür, benden daha çok uzaklaşırsın. Yıkılırsam, seninle olabilmenin sorumluluğunu da kaldıramayacağımı düşünürsün. Oysa ben göstermeye çalışıyorum."
"Neyi?"
"Korktuğun gibi, kolay kolay yıkılmayacağımı. Sen yokken de yıkılmam, sen hayatıma girsen de yıkılmam."
"Ben de düşünmüştüm ki, aşkı ve aşk acısını kendine yakıştırmadığın için ya da bana nispet yapmak için rollerden kendine umursamazlığı seçtin."
"Yanlış. Bana aşık olman için uğraşıyorum."
"Sana aşığım."
"Peki, nedir kendi oluşturduğun bu imkansızlığa takılman?"
"Durumumu biliyorsun. Birbirimizi sevmemiz birlikte olunca mutlu olacağımız anlamına gelmiyor."
"Bana durumundan bahsetme! Unuttun mu? Beni sen seçmedin! Ben seni seçtim. Bile isteye!"
"Ahmet! Lütfen! Benim mahkum, bağımlı bir yaşamım var. Açık havada seninle el ele yürüyebilmek bile imkansız benim için."
"Benim de bağımlı bir yaşamım var. Ben de sana bağımlıyım."
"Sana yakınlaşan, senin de yakınlaştığın o kıza ne oldu?"
"Ne yakınlaşması? Ben seni hiç aldatmadım. Çıkar aklından bunu! Sana ulaşmaya çalışırken sadece yanlış numara çevirmişim."
"Cep telefonundaki mesajları okudum."
"Çocuk musun sen? O kadar cinsiyetsiz kelimelerdi ki onlar. Onları senden saklamaya bile gerek görmedim."
"Seni suçlayan yok. Kendimi senden uzaklaştıran bendim."
"Yapma bunu. Gerek yok."
"Beni korkutuyorsun. Seni gördükçe eksikliklerim beni rahatsız ediyor."
"Oysa ben seni benim eksikliklerimi kapattığın için seviyorum. Eksiklerimin ne kadar çok olduğunu fark ettiğimden de en güzel elbiselerimle gözlerini kamaştırmaya çalışıyorum. Sadece beni sev, bana aşık ol, beni takdir et diye! Korkman için değil, kendimi beğendiğim için hiç değil. Bütün eksiklerimi gözlerinin önüne bir anda sererim. Eğer bu seni mutlu kılacaksa, bütün yanlışlarımı gösteririm."
"Senden böyle bir şey istemiyorum."
"İstemediğini biliyorum ama ihtiyacın var."
"Bu söylediğin çok kırıcı oldu işte!"
"Belki benim de senin eksikliklerine ihtiyacım vardır. Bu hiç aklına gelmiyor mu?"
"Ahmet benim eksikliklerim seni yorar."
"Benimkiler de seni yoruyormuş ya! Ödeşiriz işte:) Hem sen hiç puzzel parçası görmedin mi? Girintileri ve çıkıntıları birbirlerini örttüğü için bir parça haline gelebiliyorlar!"
"Senin benden uzaklaşman için daha ne yapmalıyım. Yeterince canını yakmadım mı sanki?"
"Sen benim canımı hiç yakmadın. Kendini benden sakındığında bile, özlemindi benim canımı yakan, sen değil."
"O özlemi ben yarattım işte. Çünkü yaratmak zorunda kaldım."
"Beni böylesi sevmen çok hoşuma gidiyor."
"Ne olur uzaklaş benden. Ben eksik bir insanım. Benimleyken sen de eksik kalacaksın. Ben asla yürüyemeyeceğim."
"Yürümeni beklemiyorum. Keşke yürüyebilseydin. Keşke bu felci hiç yaşamasaydın. Ama ben seni böyle olduğun gibi kabul ettikten sonra, sana ne oluyor? Hangi hakla beni düşünmeye kalkıp canımı yakıyorsun. Hangi mantıktan yola çıkarak senden uzakta olunca mutlu olacağımı düşünebilirsin. Ya seninleyken daha mutlu oluyorsam? Bunu benden daha iyi bilebilir misin?"
"Ya bu hissettiklerin geçici bir şeyse!"
"O zaman arkasından gelecek olan mutsuzluk da geçici olur. Neden bu kadar korkuyorsun? Neden hislerime güvenmiyorsun. Madem seni sevdiğime güvenmiyorsun, neden beni üzmekten korkuyorsun?"
"Belki de kendi hislerimden korkuyorumdur."
"Bence de."
"Belki sana karşı güçlü şeyler hissedip, sonra senin için "Tamam sevgili" olamamak beni daha çok yaralayacaktır?"
"Ben hayatta hiçbir şeyin imkansız olduğuna inanmazdım. İstediğim her neyse, inatla, azimle, çaba ile günün birinde yapacağıma inanırdım. Oysa sen imkansızsın.
İmkansızlığın, özründen kaynaklanmıyor. Bununla çok kolay başa çıkabilirim. İmkansızlığın, senin bu aşkı imkansız görmenden kaynaklanıyor. İşte bununla başa çıkamam Filiz! Lütfen biraz daha düşün."
Saturday, June 10, 2006
Peynirci
Çok lezzetli peynirleri, usta maharetiyle yapardı, 3-5 kuruşa satardı da kimse takdir etmezdi o peynirlerin bölgenin en güzel peynirleri olduğunu! Sabah-akşam, bol bol, titizlenerek, çok çalışarak, iştah açıcı peynirler yapardı da karşısına bir tane bile iştahlısı çıkmazdı. Açıkça söylemek gerekirse; çok yalnızdı, çok güvensizdi, çok hazsızdı.
Böylece yaşar giderdi, daha çok yaşar giderdi de...
Bir gün, bir fare, bir hayran, bir iştahlı çıkageldi.
Minicik burnunu uzattı peynirlerin olduğu yere; sınıf sınıf! Ağzını şapırdattı; mmmm! Sonra dönüp bir göz attı peynirciye. Belli ki izinsiz uzanmayacaktı, aç olsa bile kimsenin hakkını gasp etmeyecekti.
İşte farenin bu halleri öyle hoşuna gitti ki peynircinin, küçücük bir parçacık uzatıverdi!
Evet, fare gerçekten çok beğenmişti peynirini. Tadını çıkara çıkara, emeğine saygı göstere göstere yedi ve şükranla baktı.
İkisi için de ne büyük mutluluk!
Böylece başladı karşılıklı dostluk.
Fare düzenli olarak peynirciyi ziyaret eder, küçük parçalara bile fit olup tekrar yuvasına dönerdi. Her ziyaretinde güzel küçük numaralar yapmayı da ihmal etmezdi ki, peynirci ola ki bıkmasın ondan.
Bunun üzerine peynirci bir gün aralarında küçük bir oyun başlattı. Fare için özel bir labirent hazırladı. Küçük, kolay ama eğlenceli bir labirent. Ortasına da ödül olarak lezzetli peynirlerinden koydu.
Fare ilk önce bu oyun karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Nedenini anlayamadı. Sebebini düşündü bulamadı ama madem ki peynirci istiyordu, olsundu. Çok geçmedi, bu küçük oyun farenin de hoşuna gitmeye başladı. Bunu aralarındaki dostluğu derinleştiren ve anlamlaştıran bir şey olarak görüyordu. Peynirciyi daha çok seviyordu. Peynirci onu daha çok seviyordu. Birbirleri ile daha çok vakit geçiriyorlardı. Günleri neşeliydi. Derken...
Derken, peynirci labirenti giderek büyütmeye başladı. Farenin zekası ve her seferinde peyniri kolayca bulması onda gizli bir hayranlık bırakıyordu.
"Bakalım şimdi de bulabilecek misin?"
Labirentte çıkmaz yolları çoğaltsa (?) Araya aynalar koysa (?) Biraz daha uzun ve büyük hale getirse (?)
Buluyordu.
Bulmalı mıydı?
Peki peynirin kokusunu kesmek için poşetin içine soksa (?) Kokuyu almakta zorlandıkça farenin bulması daha uzuyor, evet.
Uzuyor ama yine bulabiliyor.
Peki peyniri daha küçük yapsa (?) Küçük peyniri bir kutunun içine soksa (?)
Şimdi tamam işte! Küçük fare labirentin içinde açlıktan halsiz düşmüştü en sonunda!
"Ha ha ha! Sen kendini benden daha mı zeki sandın?"
Farenin küçücük kalıp, labirentin devasa boyutlara geldiği bir akşam, peynirci fare ile göz göze geldi. Fare bu oyundan hoşlanmamıştı. Sonuçta peynire ulaşabileceğine dair bütün ümitlerini yitirmişti. Yalvarır gözlerle baktı bir küçücük lokmacık için. Çok zavallı görünüyordu ama... Ama, peynirci ertesi sabaha kadar beklemeyi tercih etti. "Sabah olunca duruma bakarız. Belki o zamana kadar bulursun peyniri. Sen küçük fare! Sen çok dayanıklısın. Sana kolay kolay bir şey olmaz!" dedi. Diyebildi. Gitti. Gidebildi. Uyudu. Uyuyabildi.
Ertesi sabah;
Labirent bomboştu.
...
Bu nasıl olurdu? Fare gitmiş olamazdı. Onun peynirlerini bırakmış olamazdı. Hem nasıl?.. Bir anda peyniri sakınmaya çalışırken, kapatmayı hiç aklına getiremediği giriş/çıkış kapısını gördü.
Fare oyunu bırakmıştı.
Peynirci ağladı.
Peynirci çok ağladı.
Fareye yaptıklarının vicdan azabından mı, bir daha öyle bir fare bulamayacağını bildiğinden mi, yoksa peynirlerinin yine eskisi gibi değer görmeyeceğini düşündüğünden mi bilinmez; peynirci giden farenin arkasından çok ağladı.
Böylece yaşar giderdi, daha çok yaşar giderdi de...
Bir gün, bir fare, bir hayran, bir iştahlı çıkageldi.
Minicik burnunu uzattı peynirlerin olduğu yere; sınıf sınıf! Ağzını şapırdattı; mmmm! Sonra dönüp bir göz attı peynirciye. Belli ki izinsiz uzanmayacaktı, aç olsa bile kimsenin hakkını gasp etmeyecekti.
İşte farenin bu halleri öyle hoşuna gitti ki peynircinin, küçücük bir parçacık uzatıverdi!
Evet, fare gerçekten çok beğenmişti peynirini. Tadını çıkara çıkara, emeğine saygı göstere göstere yedi ve şükranla baktı.
İkisi için de ne büyük mutluluk!
Böylece başladı karşılıklı dostluk.
Fare düzenli olarak peynirciyi ziyaret eder, küçük parçalara bile fit olup tekrar yuvasına dönerdi. Her ziyaretinde güzel küçük numaralar yapmayı da ihmal etmezdi ki, peynirci ola ki bıkmasın ondan.
Bunun üzerine peynirci bir gün aralarında küçük bir oyun başlattı. Fare için özel bir labirent hazırladı. Küçük, kolay ama eğlenceli bir labirent. Ortasına da ödül olarak lezzetli peynirlerinden koydu.
Fare ilk önce bu oyun karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Nedenini anlayamadı. Sebebini düşündü bulamadı ama madem ki peynirci istiyordu, olsundu. Çok geçmedi, bu küçük oyun farenin de hoşuna gitmeye başladı. Bunu aralarındaki dostluğu derinleştiren ve anlamlaştıran bir şey olarak görüyordu. Peynirciyi daha çok seviyordu. Peynirci onu daha çok seviyordu. Birbirleri ile daha çok vakit geçiriyorlardı. Günleri neşeliydi. Derken...
Derken, peynirci labirenti giderek büyütmeye başladı. Farenin zekası ve her seferinde peyniri kolayca bulması onda gizli bir hayranlık bırakıyordu.
"Bakalım şimdi de bulabilecek misin?"
Labirentte çıkmaz yolları çoğaltsa (?) Araya aynalar koysa (?) Biraz daha uzun ve büyük hale getirse (?)
Buluyordu.
Bulmalı mıydı?
Peki peynirin kokusunu kesmek için poşetin içine soksa (?) Kokuyu almakta zorlandıkça farenin bulması daha uzuyor, evet.
Uzuyor ama yine bulabiliyor.
Peki peyniri daha küçük yapsa (?) Küçük peyniri bir kutunun içine soksa (?)
Şimdi tamam işte! Küçük fare labirentin içinde açlıktan halsiz düşmüştü en sonunda!
"Ha ha ha! Sen kendini benden daha mı zeki sandın?"
Farenin küçücük kalıp, labirentin devasa boyutlara geldiği bir akşam, peynirci fare ile göz göze geldi. Fare bu oyundan hoşlanmamıştı. Sonuçta peynire ulaşabileceğine dair bütün ümitlerini yitirmişti. Yalvarır gözlerle baktı bir küçücük lokmacık için. Çok zavallı görünüyordu ama... Ama, peynirci ertesi sabaha kadar beklemeyi tercih etti. "Sabah olunca duruma bakarız. Belki o zamana kadar bulursun peyniri. Sen küçük fare! Sen çok dayanıklısın. Sana kolay kolay bir şey olmaz!" dedi. Diyebildi. Gitti. Gidebildi. Uyudu. Uyuyabildi.
Ertesi sabah;
Labirent bomboştu.
...
Bu nasıl olurdu? Fare gitmiş olamazdı. Onun peynirlerini bırakmış olamazdı. Hem nasıl?.. Bir anda peyniri sakınmaya çalışırken, kapatmayı hiç aklına getiremediği giriş/çıkış kapısını gördü.
Fare oyunu bırakmıştı.
Peynirci ağladı.
Peynirci çok ağladı.
Fareye yaptıklarının vicdan azabından mı, bir daha öyle bir fare bulamayacağını bildiğinden mi, yoksa peynirlerinin yine eskisi gibi değer görmeyeceğini düşündüğünden mi bilinmez; peynirci giden farenin arkasından çok ağladı.
Tuesday, May 16, 2006
BURASI ARAF
Nerdeyim acaba? Gündüz desem gündüz değil, gece desem hiç değil. Vakitlerden ne, gökteki güneş mi, yoksa ay mı?
Bir dakika, bir dakika bu da nesi?!
Bedenen miyim, ruhen miyim? Yer neresi, gök nereden başlıyor? Bilemiyorum derken bilir gibi oldum. Korkuyorum derken, bir cesaret geldi. Ağlamak için gözyaşlarımı akıtacaktım ki, dudaklarımdan kahkaha koptu!
HADİ KOŞUP KAÇ!
Hoopppp, içindeyim.
PEKİ MADEM ÖYLE BEN DE KENDİMİ TESLİM EDEYİM!
AA a! Dışındayım...
Şikayet edeyim dedim övüldüğünü sandı? Hay Alah, çabalarken atalete mi düşmüşüm? Sağa bakayım dedim, bu karşımdaki sol değil mi!!! Ben onu siyah sanıyordum, bak beyazmış.. Yok Yok! Siyah... Amaaannnn neyse ne[]
Zincirlerle bağlıyım köklerim var! Heyhat, hani nerdeler?
Şaşkın mıyım?
Yooo! Çok normal geliyor.
Normal ne?
Bilmem, ya da çok iyi bilirim (?)
Bir küçük çocuğum, bilemedin ihtiyar!
Ayrıca alimim, bilemedin cahil!
Neysem neyim işte! Ben oturup düşünüyor muyum sen kimsin diye? Evet, düşünüyorum:)
Ben bulamıyorsam, sen de bulamayacaksın. Ama bulduğum zaman sana da haber veririm.
Evet panikte gibi görünüyorum, oysa sakinim.
Kafan mı karıştı? Hayır! Bunlar senin de bildiğin şeyler.
Sadece bildiğini bilmiyor olabilirsin!
Ya da bildiğini bildiğime şaşırabilirsin.
İstediğini yap..
Ne yaparsan yap, bir gün boşluğa gidecek nasıl olsa.
Sen ne yaparsan yap, kim ne görüyorsa onu yapmış olacaksın. Ki, bu kişiden kişiye değişecek! Sen bile kim olduğunu şaşıracaksın! İşte o zaman anlayacaksın; ne yaparsan yap, Araf'tan kurtulamayacaksın!
Güle güle. İçeri girerken ayaklarını silmeyi unutabilirsin.
Bir dakika, bir dakika bu da nesi?!
Bedenen miyim, ruhen miyim? Yer neresi, gök nereden başlıyor? Bilemiyorum derken bilir gibi oldum. Korkuyorum derken, bir cesaret geldi. Ağlamak için gözyaşlarımı akıtacaktım ki, dudaklarımdan kahkaha koptu!
HADİ KOŞUP KAÇ!
Hoopppp, içindeyim.
PEKİ MADEM ÖYLE BEN DE KENDİMİ TESLİM EDEYİM!
AA a! Dışındayım...
Şikayet edeyim dedim övüldüğünü sandı? Hay Alah, çabalarken atalete mi düşmüşüm? Sağa bakayım dedim, bu karşımdaki sol değil mi!!! Ben onu siyah sanıyordum, bak beyazmış.. Yok Yok! Siyah... Amaaannnn neyse ne[]
Zincirlerle bağlıyım köklerim var! Heyhat, hani nerdeler?
Şaşkın mıyım?
Yooo! Çok normal geliyor.
Normal ne?
Bilmem, ya da çok iyi bilirim (?)
Bir küçük çocuğum, bilemedin ihtiyar!
Ayrıca alimim, bilemedin cahil!
Neysem neyim işte! Ben oturup düşünüyor muyum sen kimsin diye? Evet, düşünüyorum:)
Ben bulamıyorsam, sen de bulamayacaksın. Ama bulduğum zaman sana da haber veririm.
Evet panikte gibi görünüyorum, oysa sakinim.
Kafan mı karıştı? Hayır! Bunlar senin de bildiğin şeyler.
Sadece bildiğini bilmiyor olabilirsin!
Ya da bildiğini bildiğime şaşırabilirsin.
İstediğini yap..
Ne yaparsan yap, bir gün boşluğa gidecek nasıl olsa.
Sen ne yaparsan yap, kim ne görüyorsa onu yapmış olacaksın. Ki, bu kişiden kişiye değişecek! Sen bile kim olduğunu şaşıracaksın! İşte o zaman anlayacaksın; ne yaparsan yap, Araf'tan kurtulamayacaksın!
Güle güle. İçeri girerken ayaklarını silmeyi unutabilirsin.
Monday, May 15, 2006
kız çocuğu
Ne kirli arkadaşlar edinebiliyorum
İçimdeki güzel kız yüzünden
Ne güzellere yanaşabiliyorum
Üstümdeki kirden
İçimdeki güzel kız yüzünden
Ne güzellere yanaşabiliyorum
Üstümdeki kirden
Saturday, May 13, 2006
MURATHAN MUNGAN VE KIRILGAN
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.
(Evet, Murathan Mungan şiilerine bayılıyorum.
Ama nasıl sevmem ki ey sevgili günlük! O bu kadar anlatabiliyorken beni benden daha iyi)
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.
(Evet, Murathan Mungan şiilerine bayılıyorum.
Ama nasıl sevmem ki ey sevgili günlük! O bu kadar anlatabiliyorken beni benden daha iyi)
GOLDAMOUR
Ankara'da bindiğim bir atım vardı; GOLDAMOUR!
Safkan bir İngiliz atı!
İlk binicilik dersi alacağım gün;
"Rıza bey, buranın en güzel atı hangisi? En asil olanı, en hızlısını istiyorum."
"Siz Casper'a binin Hatice hanım. Uysal bir attır ve burada binicilik öğrenenler ilk derslere onunla başlarlar."
"Bu at biraz yaşlı gibi? Çiftliğinizdeki en güzel atın bu olduğuna emin misiniz?"
"Hayır, en güzel at bu değil tabii ki! Fakat, öğrenmek için en uygunu bu:))"
"Şuradaki at! Muhteşem bir şey!"
"Atlardan anlıyor musunuz?"
"Aradaki farkı görebilecek kadar! Bu daha genç ve daha güçlü duruyor! Adı ne?"
"Goldamour."
"Çok güzel!"
"Casper çok uysal ve ..."
"Hayır ben Goldamour'a bineceğim."
"!?"
"Burada böyle bir at varken diğerlerine binemem!"
"Hatice hanım, evet o buranın en güzel atıdır faka.."
"Evet, belli oluyor. Onunla öğrenicem"
"Fakat, ona binmek CESARET ister.."
"Bende var!"
"Hatice hanım, demek istediğim, hiç uysal bir at değildir. Usta biniciler bile bu atı tercih etmezler:)) Fakat Casper..."
"Bu atı hazırlayın!"
"(Ah şu kadınlar laftan anlamıyorlar) Size Casper'ı hazırlayalım. Yoksa ilk günden bu attan düşer, sonra da bir daha ata binmeye korkarsınız. Hem huysuz, hem inatçı hem de başına buyuruk bir attır!"
"Yazık! Keşke uysal olsaydı"
"(Hah en sonunda) Evet, çocuklar Casper'ı hazırlayın."
"Hayır!"
"?!!!?"
"Goldamuor'u hazırlayın!"
"(Çattık! Bu kadın manyak!) Hatice hanım! Sizin bu ata binmenize izin veremem! Sizin için çok tehlikeli!"
"Bu atı hazırlamazsanız, asla başka bir ata binmeyeceğim."
"Siz bilirsiniz!!!"
"ooFFFF, söylediğiniz her lafı kelimesi kelimesine anladım. Asi ve tehlikeli bir at ve ben de acemiyim..."
"Peki niye ısrar ediyorsunuz!!! Diğer atlarda acemliğinizi atlattıktan sonra, bu ata da binebilirsiniz. Sanki sizden atı mı esirgiyoruz! Ama şimdi böyle bir sorumluluğu alamam!"
"25 yaşındayım ve 7 yıldır kendi sorumluluğumu kendim alırım. Düşersem de düşerim!"
"Hayır, böyle bir şeye izin veremem!"
"Diğer attan düşmeyeceğimin garantisi var mı?"
"Aradaki risk farkı çok büyük!"
"Goldamour'u hazırlayın dedim!"
"(Salak! Benden günah gitti! Sen hak ettin! Eğer düşersen, karşına geçip güleceğim. Sabah sabah bütün sinirlerimi ayağa kaldırdın. Madem kaşınıyorsun! Başına dert arıyorsun, kıçını başını kır da gör!)Hanımefendiye GOLDAMOUR'u hazırlayın!"
O ATTAN TAM 8 KEZ DÜŞTÜM. Her düştüğümde de canım çok yandı. Kimi zaman acıdan ağladım. Fakat şimdi ona binebilen üç kişiden biri ve tek bayan benim. Benimle yarışmaya kalkanlara da nal toplatmaya bayılıyorum.
Safkan bir İngiliz atı!
İlk binicilik dersi alacağım gün;
"Rıza bey, buranın en güzel atı hangisi? En asil olanı, en hızlısını istiyorum."
"Siz Casper'a binin Hatice hanım. Uysal bir attır ve burada binicilik öğrenenler ilk derslere onunla başlarlar."
"Bu at biraz yaşlı gibi? Çiftliğinizdeki en güzel atın bu olduğuna emin misiniz?"
"Hayır, en güzel at bu değil tabii ki! Fakat, öğrenmek için en uygunu bu:))"
"Şuradaki at! Muhteşem bir şey!"
"Atlardan anlıyor musunuz?"
"Aradaki farkı görebilecek kadar! Bu daha genç ve daha güçlü duruyor! Adı ne?"
"Goldamour."
"Çok güzel!"
"Casper çok uysal ve ..."
"Hayır ben Goldamour'a bineceğim."
"!?"
"Burada böyle bir at varken diğerlerine binemem!"
"Hatice hanım, evet o buranın en güzel atıdır faka.."
"Evet, belli oluyor. Onunla öğrenicem"
"Fakat, ona binmek CESARET ister.."
"Bende var!"
"Hatice hanım, demek istediğim, hiç uysal bir at değildir. Usta biniciler bile bu atı tercih etmezler:)) Fakat Casper..."
"Bu atı hazırlayın!"
"(Ah şu kadınlar laftan anlamıyorlar) Size Casper'ı hazırlayalım. Yoksa ilk günden bu attan düşer, sonra da bir daha ata binmeye korkarsınız. Hem huysuz, hem inatçı hem de başına buyuruk bir attır!"
"Yazık! Keşke uysal olsaydı"
"(Hah en sonunda) Evet, çocuklar Casper'ı hazırlayın."
"Hayır!"
"?!!!?"
"Goldamuor'u hazırlayın!"
"(Çattık! Bu kadın manyak!) Hatice hanım! Sizin bu ata binmenize izin veremem! Sizin için çok tehlikeli!"
"Bu atı hazırlamazsanız, asla başka bir ata binmeyeceğim."
"Siz bilirsiniz!!!"
"ooFFFF, söylediğiniz her lafı kelimesi kelimesine anladım. Asi ve tehlikeli bir at ve ben de acemiyim..."
"Peki niye ısrar ediyorsunuz!!! Diğer atlarda acemliğinizi atlattıktan sonra, bu ata da binebilirsiniz. Sanki sizden atı mı esirgiyoruz! Ama şimdi böyle bir sorumluluğu alamam!"
"25 yaşındayım ve 7 yıldır kendi sorumluluğumu kendim alırım. Düşersem de düşerim!"
"Hayır, böyle bir şeye izin veremem!"
"Diğer attan düşmeyeceğimin garantisi var mı?"
"Aradaki risk farkı çok büyük!"
"Goldamour'u hazırlayın dedim!"
"(Salak! Benden günah gitti! Sen hak ettin! Eğer düşersen, karşına geçip güleceğim. Sabah sabah bütün sinirlerimi ayağa kaldırdın. Madem kaşınıyorsun! Başına dert arıyorsun, kıçını başını kır da gör!)Hanımefendiye GOLDAMOUR'u hazırlayın!"
O ATTAN TAM 8 KEZ DÜŞTÜM. Her düştüğümde de canım çok yandı. Kimi zaman acıdan ağladım. Fakat şimdi ona binebilen üç kişiden biri ve tek bayan benim. Benimle yarışmaya kalkanlara da nal toplatmaya bayılıyorum.
Wednesday, May 10, 2006
Babamdan mesaj var!
Sevgili inatçı kızım!
Derdin ne? Bunu kendine neden yapıyorsun?
Amacın para ise, gel ben sana vereyim.
Amacın çalışmaksa, gel yanıma sana iş bulayım.
Amacın kariyerse, dön Ankara'ya sana destek olabileyim.
Burada iş mi yok? Diğer meslekler, seni tatmin etmiyor mu? Başka iş yapamayacağından mı korkuyorsun?
Ah kızım! Ben sana korkusuz olmayı öğretemedim mi?
Ben sana hayallerinin peşinden git derken, kurduğun hayalleri ulaşabileceklerinden seç demeyi mi unuttum?
Ben sana idealist ol dediğimde, ideallerinin uğruna kendini harcamayı mı anladın sen?
Vah yavrum!
Hangi söylediğimi yanlış anladın da, kaderine karşı savaş açtın?
Sınırları zorlamayı sana öğretirken, kendi sınırlarını sana gösteremedim mi?
Yapma Hatçem!
Yapma güzel kızım!
Gel dön evine! Bak, görmüyor musun? Kendi kendine eziyet ediyorsun. Bırak şu seni yerden yere vuran mesleği! Başka işler mi yok?
Hadi dön evine. Yeter kendine bu yaptığın, bu yaptırdıkların!
Kararlı olmanı sana ben öğrettim evet, ama doğru karar verebilmeyi de bir zahmet sen öğrenseydin ya çocuğum!
Dön yuvana!
Derdin ne? Bunu kendine neden yapıyorsun?
Amacın para ise, gel ben sana vereyim.
Amacın çalışmaksa, gel yanıma sana iş bulayım.
Amacın kariyerse, dön Ankara'ya sana destek olabileyim.
Burada iş mi yok? Diğer meslekler, seni tatmin etmiyor mu? Başka iş yapamayacağından mı korkuyorsun?
Ah kızım! Ben sana korkusuz olmayı öğretemedim mi?
Ben sana hayallerinin peşinden git derken, kurduğun hayalleri ulaşabileceklerinden seç demeyi mi unuttum?
Ben sana idealist ol dediğimde, ideallerinin uğruna kendini harcamayı mı anladın sen?
Vah yavrum!
Hangi söylediğimi yanlış anladın da, kaderine karşı savaş açtın?
Sınırları zorlamayı sana öğretirken, kendi sınırlarını sana gösteremedim mi?
Yapma Hatçem!
Yapma güzel kızım!
Gel dön evine! Bak, görmüyor musun? Kendi kendine eziyet ediyorsun. Bırak şu seni yerden yere vuran mesleği! Başka işler mi yok?
Hadi dön evine. Yeter kendine bu yaptığın, bu yaptırdıkların!
Kararlı olmanı sana ben öğrettim evet, ama doğru karar verebilmeyi de bir zahmet sen öğrenseydin ya çocuğum!
Dön yuvana!
Friday, May 05, 2006
sokak lambaları
Gündüz, güneş varken kaçımız fark ediyor ki onları?
Geceleri bile kaçımız onların kıymetini biliyor?
Sırf arabasını park etmekte zorlandığı için sokak lambalarına kızanları küçümseyerek söylüyorum;
bence bir insanın bulunduğu caddede ne kadar çok sokak lambası varsa, o, o kadar şanslıdır.
Ben de geçen gün fark ettim (hep sabahları koyulurmuşum yollara meğerse) çok güzel sokak lambalarım varmış:)
Geceleri bile kaçımız onların kıymetini biliyor?
Sırf arabasını park etmekte zorlandığı için sokak lambalarına kızanları küçümseyerek söylüyorum;
bence bir insanın bulunduğu caddede ne kadar çok sokak lambası varsa, o, o kadar şanslıdır.
Ben de geçen gün fark ettim (hep sabahları koyulurmuşum yollara meğerse) çok güzel sokak lambalarım varmış:)
Thursday, May 04, 2006
öğrenmek
Güzel şey şu öğrenmek! Her gün biraz daha ilerlediğini bilmek. Öğrenmeden geçen her gün yaşlanmaktan başka nedir ki? Ölüme doğru yürümekten başka ne yapar yerinde sayan birisi?
Peki öğrenebilmenin sınırı var mıdır? Bilinebilen her şey, herkes tarafından algılanabilir mi? Lisede Matematik bölümünde okurken, Türkçe'yi uzak bulmamın sebebi neydi? Neden ben Matematik ve Fen'de iyiyim, Türkçe'yi öğrenemem diye düşündüm? Bu aptallık mı, cehalet mi, yanlış yönlendirilme mi?
İki dil bilen iki insan oluyorsa, hem Tarih hem Edebiyat hem Matematik hem Felsefe bilebilenler ne oluyor?
Oysa ne kadar çok örnek var, hepsi olabilen..
Öğrenmek acaba çekinilecek bir şey mi? Kişi olduğunu sandığından daha büyük olmanın sorumluluğundan korkuyor olabilir mi? Nedir insanları öğrenmekten alıkoyan?
Öğrenmek bilmektir demiyorum asla!.. Bazen öğrendiğimiz şey, gerçek bilgi olmayabilir; o ayrı! Kendilerini çok "bilen" sananlara da ayrı kelimelerim var; asabi asabi! Ama nedir öğrenmeye karşı olan bu atalet?
Şimdiye kadar bazı şeyleri öğrenmeyi atlamak ne büyük israftır böyle!
Peki öğrenebilmenin sınırı var mıdır? Bilinebilen her şey, herkes tarafından algılanabilir mi? Lisede Matematik bölümünde okurken, Türkçe'yi uzak bulmamın sebebi neydi? Neden ben Matematik ve Fen'de iyiyim, Türkçe'yi öğrenemem diye düşündüm? Bu aptallık mı, cehalet mi, yanlış yönlendirilme mi?
İki dil bilen iki insan oluyorsa, hem Tarih hem Edebiyat hem Matematik hem Felsefe bilebilenler ne oluyor?
Oysa ne kadar çok örnek var, hepsi olabilen..
Öğrenmek acaba çekinilecek bir şey mi? Kişi olduğunu sandığından daha büyük olmanın sorumluluğundan korkuyor olabilir mi? Nedir insanları öğrenmekten alıkoyan?
Öğrenmek bilmektir demiyorum asla!.. Bazen öğrendiğimiz şey, gerçek bilgi olmayabilir; o ayrı! Kendilerini çok "bilen" sananlara da ayrı kelimelerim var; asabi asabi! Ama nedir öğrenmeye karşı olan bu atalet?
Şimdiye kadar bazı şeyleri öğrenmeyi atlamak ne büyük israftır böyle!
Wednesday, May 03, 2006
Bir küçük kedi hikayesi
Sapsarı! Küçük ve kuyruksuz bir aslan gibi:)))
Onu ilk gördüğüm günü hatırlıyorum. Öylesine bir yerdeydim ki, bana tamamen yabancı, beni tamamen bilmez, benim öğrenmek için can attığım... Çekingen, korkak, ne yapacağını bilemez, kendine uymaz, kendini uyduramaz bir ruh hali içinde bir yandan da beklerken bir eli; elimi tutacak saçımı okşayacak, bana ait olduğumu hissettirecek... Onu gördüm.
Bir ele muhtaç; onu kucağına alacak, tüylerini okşayacak, hadi gel senin yerin burası diyecek...
Uzattım elimi, gelmedi kaçtı.
Belli ki kesik kuyruğunun büyük bir acısı vardı. Üzüldüm haline. Üstü başı kir pas içinde; sanki canının 8'i gitmiş, sonuncusu ile ayakta duruyor.. Küçücük, birkaç haftalık bir kedi yavrusu. Korkak, çekingen, güvensiz ve aç.
Gel zaman, git zaman alıştı bana:))) Alıştırdım onu kendime. Korktuğu elimi yavaş yavaş gezdirdim tüylerinde; sevdi elimi. Ben de onu sevdim. En çok da bir zamanların iflah olmaz gibi duran korkağının üzerime atlayarak kendini sevdirmeye çalışmasını sevdim. Artık kovsam bile gitmez, sevgi arsızı yılışığın teki:))) Yeniden güvenebilmeyi bilen, bir yılışık hem de.
Zamanla büyüdü tabii... Tüylerindeki pislikler koyboldu. Semirdi:))) Şirinleşti:))) Halinden memnun, mutlu bir kedi oluverdi. Onu her gördüğümde, "İyi ki kuyruğun kopmuş küçük kedi" diyorum. "Yoksa ben seni kendime nasıl alıştıracaktım? Benden korkup kaçmasan ben seni nasıl kovalayacaktım?"
Evet, kuyruğu hala kopuk ve hiçbir zaman yerine gelmeyecek. Bunun için gerçekten ayrı üzülüyorum. Belki kuyruğu kopuk olmasaydı da sevecektim onu (?) Ama.. Ama, şimdi başka bir şey var aramızda!
Onu ilk gördüğüm günü hatırlıyorum. Öylesine bir yerdeydim ki, bana tamamen yabancı, beni tamamen bilmez, benim öğrenmek için can attığım... Çekingen, korkak, ne yapacağını bilemez, kendine uymaz, kendini uyduramaz bir ruh hali içinde bir yandan da beklerken bir eli; elimi tutacak saçımı okşayacak, bana ait olduğumu hissettirecek... Onu gördüm.
Bir ele muhtaç; onu kucağına alacak, tüylerini okşayacak, hadi gel senin yerin burası diyecek...
Uzattım elimi, gelmedi kaçtı.
Belli ki kesik kuyruğunun büyük bir acısı vardı. Üzüldüm haline. Üstü başı kir pas içinde; sanki canının 8'i gitmiş, sonuncusu ile ayakta duruyor.. Küçücük, birkaç haftalık bir kedi yavrusu. Korkak, çekingen, güvensiz ve aç.
Gel zaman, git zaman alıştı bana:))) Alıştırdım onu kendime. Korktuğu elimi yavaş yavaş gezdirdim tüylerinde; sevdi elimi. Ben de onu sevdim. En çok da bir zamanların iflah olmaz gibi duran korkağının üzerime atlayarak kendini sevdirmeye çalışmasını sevdim. Artık kovsam bile gitmez, sevgi arsızı yılışığın teki:))) Yeniden güvenebilmeyi bilen, bir yılışık hem de.
Zamanla büyüdü tabii... Tüylerindeki pislikler koyboldu. Semirdi:))) Şirinleşti:))) Halinden memnun, mutlu bir kedi oluverdi. Onu her gördüğümde, "İyi ki kuyruğun kopmuş küçük kedi" diyorum. "Yoksa ben seni kendime nasıl alıştıracaktım? Benden korkup kaçmasan ben seni nasıl kovalayacaktım?"
Evet, kuyruğu hala kopuk ve hiçbir zaman yerine gelmeyecek. Bunun için gerçekten ayrı üzülüyorum. Belki kuyruğu kopuk olmasaydı da sevecektim onu (?) Ama.. Ama, şimdi başka bir şey var aramızda!
Wednesday, April 26, 2006
Korkuyorum sizden, çok cahilsiniz!
Kale sandığınız göğsümün yıkılabileceğini,
Çökmez sandığınız omuzumun düşebileceğini,
Arsız kahkahalarımın hıçkırığa dönüşebileceğini,
Bilmiyorsunuz.
Bilirim, ezip geçmeye
Basıp söndürmeye yaratılmış sanırsınız
Sadece kaçmak için kullandığım bacaklarımı
Küstahça küçümsemeye
Bakıp alay etmeye çalışır sanırsınız
Sadece görmek için diktiğim gözlerimi
Böylece, çok korkuyorum sizden..
Zırh giyinmiş bir savaşçıya saldırıp,
Çırılçıplak bir kız çocuğunu öldürebileceğinizi
Bilmiyorsunuz, çok cahilsiniz!
Kale sandığınız göğsümün yıkılabileceğini,
Çökmez sandığınız omuzumun düşebileceğini,
Arsız kahkahalarımın hıçkırığa dönüşebileceğini,
Bilmiyorsunuz.
Bilirim, ezip geçmeye
Basıp söndürmeye yaratılmış sanırsınız
Sadece kaçmak için kullandığım bacaklarımı
Küstahça küçümsemeye
Bakıp alay etmeye çalışır sanırsınız
Sadece görmek için diktiğim gözlerimi
Böylece, çok korkuyorum sizden..
Zırh giyinmiş bir savaşçıya saldırıp,
Çırılçıplak bir kız çocuğunu öldürebileceğinizi
Bilmiyorsunuz, çok cahilsiniz!
Monday, April 24, 2006
Öylesine hızlıydı ki giden tren
Daha sevinemeden geldiğine...
Bir vagonunda aşkım,
Bir vagonunda gençliğim,
Bir vagonunda ümitlerim..
Peşpeşe, aniden, hiç düşünmeden
Gelip geçiverdi önümden,
Arsız dumanını yüzüme savurarak!
Bense raysız istasyonda tek başıma,
Bakakaldım ardından
Elimde bir sonraki trenin biletiyle...
Daha sevinemeden geldiğine...
Bir vagonunda aşkım,
Bir vagonunda gençliğim,
Bir vagonunda ümitlerim..
Peşpeşe, aniden, hiç düşünmeden
Gelip geçiverdi önümden,
Arsız dumanını yüzüme savurarak!
Bense raysız istasyonda tek başıma,
Bakakaldım ardından
Elimde bir sonraki trenin biletiyle...
Subscribe to:
Posts (Atom)